24 Aralık 2011 Cumartesi

Tefsir Piyasası

Blue DropsGeçtiğimiz günlerden birinde belediye otobüsüyle Daru'l-Hikme'ye giderken bir genç bir süre yüzüme dikkatli dikkatli baktıktan sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti:
Afedersiniz, bir şey sorabilir miyim?
Tabi, buyurun.
Ünlü biri misiniz?
Değilim. Olsaydım böyle sormazdınız.
Sizi birine benzettim de.
Ebubekir bey misiniz?
Evet.
Sizin Mustafa İslamoğlu'na yazdığınız bir tenkit yazısını okumuştum.
Öyle mi!
Afedersiniz ama, fazla acımasız değil misiniz? Sorum biraz fazla mı "bodoslama" oldu?
Sorunuzun bodoslama olması önemli değil. Benim niçin "acımasız" olduğumu düşünüyorsunuz?
Eleştirirken sanki hiç olumlu tarafı yokmuş gibi davranıyor, küçük bir hatayı bile abartarak tenkit ediyorsunuz.
İslamoğlu bu ümmetin gelmiş geçmiş alimlerini, fakihlerini, müfessir ve muhaddislerini olmadık işlerle itham ederken "acımasız" olmuyor da, ben onun bu tutumunu eleştirirken niçin "acımasız" oluyorum?
İslamoğlu sizce ne yapmak istiyor?
Bilemem. Ben niyet okuyucusu değilim. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Haddini aşan bir gidişi var.
Nasıl yani?
İnsan bir tutum belirlemeden önce şöyle sağına-soluna bir bakar. Bu Ümmetin alimi/uleması ne demiş, nasıl davranmış bir inceler değil mi? Kur'an konusunda konuşmak insanlara cazip gelir; hele kelimelerle oynamak, etimolojiden, bağlamdan hareketle kimsenin söylemediği şeyler söylemek söyleme bir çekicilik kazandırır. Ama bu söylemin sahibini nereye götüreceğini de düşünmek gerekir. İslamoğlu ehil olmadığı, gerekli müktesebatı edinmediği hususlarda çalakalem yazıyor/konuşuyor; bu sebeple de çok ve azim hatalar yapıyor.
Ben de sizin yazdıklarınızda hatalar bulmuştum.
Mesela?
Evde, notlar halinde duruyor.
Sizden özellikle rica ediyorum, aldığınız o notları mutlaka bana iletin. Mail adresim Gazete'de, sitede mevcut. Lütfen ihmal etmeyin ki, nerelerde yanlış yapmışsam gözden geçirip düzelteyim; size de dua edeyim.
Sözün burasına geldiğimizde otobüsümüz de ineceğim durağa gelmişti. Veda edip indim.
Gerçekten de Kur'an'ın tefsirini yapmak, ulemanın ancak kemal döneminde girişmeyi göze aldığı pek ağır bir faaliyettir. Yukarıda naklettiğim anekdot İslamoğlu merkezli olmasına rağmen, hayli yaygın bir tavrın yansıması aslında. Son zamanlarda adeta herkes müfessir oldu, televizyon ekranlarında, internette Kur'an hakkında ahkâm kesen, bin yılı aşkın müktesebatı dinleyici/izleyici nezdinde bir anda sıfıra indiren cümleler kuran mebzul miktarda "müfessir taslağı" var. Ne niyetle hareket ettiklerini Allah bilir; ama işledikleri cürmün "cinayet"ten farkı yok...
Ümmet nezdinde sahip olduğu şöhret ve itibarın bir yönden sebebi, bir yönden de sonucu olarak bir ciltten, aslının hacmini birkaç katı aşacak hacme kadar üzerine en az 50 civarında haşiye, ta'lik ve ihtisar çalışması yapılmış bulunan Envâru't-Tenzîl adlı eserin müellifi Kadı Beydâvî, Tefsir ilmini ilimlerin en yücesi olarak nitelendirdikten sonra şöyle der: "Bu alanda söz söylemek için ileri atılmak, usulüyle-füruuyla bütün dinî ilimlerde maharet, dil ve edebiyat alanlarında üstün bir seviye kesbetmiş olanlardan başkasının işi değildir..."
Bir işi "iyi niyetle" yapmak "meşruiyet" için kesinlikle yeterli değildir; onu "olması gerektiği gibi" yapmak, kaidesine-kuralına uygun bir şekilde icra etmek de şarttır. Aksi halde sadece yapılan iş -amel-i salih olması şöyle dursun- "gayri meşru" olur; yerine göre sahibine vebal de getirir. Hatta eğer iş Ümmeti ilgilendiren boyutlara sahipse, yanlışa sevk ettiği insanların vebalinin bir misli de o işin failine yüklenir. Rabbim rüşdümüzü ilham etsin...
Alıntı

15 Aralık 2011 Perşembe

HATIRLATMALAR-3


powder drop into Blue Lake
"ANLAMA PROBLEMİ"NDEN MÜŞTEKİ BİR YAZARA

3. el-Hesyemî'nin Mecmau'z-Zevâid'inin ne maksatla tasnif edilmiş nasıl bir eser olduğunu, Hadis sahasıyla az-çok iştigal etmiş herkes bilir. Ahmed b. Hanbel, Ebû Ya'lâ ve el-Bezzâr'ın Müsned'leri ile et-Taberânî'nin üç Mu'cem'inde bulunup da Kütüb-i Sitte'de yer almayan rivayetleri bir araya toplamak maksadıyla oluşturulan ve "zevâid" literatürüne şüphesiz en muazzam katkıyı yapmış bulunan bu eseri, "rivayet adına eline geçen her şeyi içine alan" diye nitelendiren İslamoğlu (Üç Muhammed, 94) bunun tek istisnası olsa gerektir.
Ne ki burada üzerinde duracağım asıl nokta bu değil. Çünkü İslamoğlu'nun, bu eserde el-Heysemî'nin bir senet hakkındaki değerlendirmesini aktarırken yaptığı tercüme hatası, Mecmau'z-Zevâid hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanan mezkûr değerlendirmeyi gölgede bırakacak nitelikte.
el-Heysemî, bu eserinde (VIII, 270) zikrettiği bir et-Taberânî rivayetinin senedi hakkında –adeti olduğu üzere– kısa bir değerlendirme yapmış ve "Ve lem era fî isnâdihî men ucmi'a alâ da'fihî" demiş.
İslamoğlu bu cümleyi şöyle çevirmiş: "Zaafı üzerinde sözbirliği dışında isnadı hakkında bir şey görmedim." (Üç Muhammed, 95) Buradan anlaşılan şu: el-Heysemî'nin bahse konu isnadın durumu hakkında ulaşabildiği yegâne bilgi, cerh-ta'dil otoritelerinin, bu isnadın zayıf olduğu noktasındaki ittifakıdır.
Oysa yukarıda okunuşunu verdiğim orijinal ifadenin doğru çevirisi şöyle olmalıdır: "Bu rivayetin isnadında, zayıflığı konusunda görüş birliği edilmiş bir kimse görmedim."
el-Heysemî'nin bu değerlendirmesi, hadisin senedindeki ravilerden birkaçı hakkında birtakım cerh ifadeleri olsa da, konunun otoritelerinin bu noktada görüş birliği halinde olmadığını belirtmekle, bir anlamda hadisi "tahsin"e yönelik iken, İslamoğlu'nun tercümesi, görüldüğü gibi durumu tersine çevirmiştir.
4. "Hadislerin Tekrarsız Kaç Adet Olduğuna Dair Görüşler başlığı altında İslamoğlu şöyle diyor: "1 İbn Hacer, en-Nüket ala İbni's-Salah'da der ki (s.992): Ebu Cafer Muhammed b. Hüseyin el-Bağdadi kendisine ait et-Temyiz adlı kitapta Şu'be, es-Sevrî, Yahya b. Said el-Kattan, İbnu'l-Mehdi ve Ahmet b. Hanbel'den aktarır: Rasulullah'a isnat edilen hadislerin tamamının sayısı (yani tekrarsız, sahih olarak) 404.000'dir..." (Üç Muhammed, 196)
Oysa İbn Hacer'in burada zikrettiği rakam 4.400 (dörtbin dörtyüz)'dür.
"Ebu Davud, İbn Mübarek'ten: Nebi'den nakledilen sünnetlerin tamamı yaklaşık 900 hadistir. Kendisine "Ebu Yusuf 1.100'dür diyor?" diye soruldu. İbn Mübarek şöyle cevap verdi: "Ebu Yusuf, şuradan başlar, zayıf hadisin de içinde olduğu şuraya kadar alır" dedi..." (Üç Muhammed, 196-7)
Son cümlenin doğru çevirisi şöyle olmalı: "Ebu Yusuf zayıf hadis türünden o belalı rivayetleri şuradan buradan alır (kaynağına dikkat etmez)." (el-Kevserî merhum, Risâletu Ebî Dâvûd'un bir diğer yazma nüshasında bu ifadenin şöyle yer aldığını belirtir: "Ebu Yusuf o belalı rivayetleri şuradan buradan alır. İbnu'l-Mübârek bu sözüyle zayıf hadisleri kasdetmiştir.")
(Ebû Dâvûd'un İbnu'l-Mübârek'ten aktardığı bu ifade üzerinde gerekirse daha sonra dururuz.) 



Kuran'a Bizzat Başvurmak

Rain on a windshield
E.M.: Kuran'a bizzat başvurmak, adeta alimlerin ve ariflerin varlığını reddetmek, bir nevi İslam'ı protestanlaştırmak mıdır? Bunu nasıl anlamalıyız?

E.S.: Kur'an'a bizzat başvurmak, sadece alimlerin, ariflerin varlığını reddetmekle değil, bütün bir İslamî anlayış ve birikimi reddetmekle eşanlamlıdır. Meselenin "Kur'an'ı anlama çabası" gibi masum söylemlerle perdeleniyor olması kimseyi aldatmamalı. Zira bu tavır bir "farklılık arayışı"nın, daha doğrusu "farklı din arayışı"nın ürünüdür. Sahabe'den bize intikal eden İslam, Kur'an'a bizzat başvurma ihtiyacı hisseden çevreleri rahatsız ediyor. Farklı, yeni ve "çağa uygun" bir din arayışı peşindeler. Bunu bulabilirler mi? Teorik olarak evet. Ama buldukları o şeyin "İslam" olma şansı yok.
Herkesin kendi heva ve hevesleri doğrultusunda hüküm koyacağı "ben böyle anlıyorum" demenin hazzını tepe tepe yaşayacağı bir ortam arayışı var. Allah Teala'nın muradını yakalamanın peşinde olmakla çağdaş değerlerle çatışma teşkil etmeyen bir din peşinde olmak arasındaki fark, İslam'a teslim olmakla İslam'ı teslim almak arasındaki fark kadardır.

Tamamı

Bunlara da göz atabilirsiniz

Blog Widget by LinkWithin