29 Mart 2012 Perşembe

Bozuk Din Kitabındaki Tabirler

Kullanılan kelime ve tabirler:
Reformcu yazarın sık sık kullanıldığı kelimelerden bazılarının anlamları:

İslam literatürü: İslam edebiyatı anlamında ise de, kasten İslam dini için kullanıyor.

İslami görüş, İslam düşüncesi, Kur’ani görüş: Dinî hüküm için kullanıyorsa da, böyle söylemek küfürdür, çünkü İslamiyet görüş değildir, Allahü teâlânın bildirdiği hükümlerdir. İslam âlimlerine göre, (İnsanın, akıl, şuur, hafıza, görüş ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allah’a vermek küfürdür.)

İslamî gelenek: İslamiyet’in hükümlerini sulandırmak, hafife almak, geçersiz olduğunu göstermek için böyle çirkin ifade kullanıyor.

Sünnî gelenek: Ehl-i sünnetin icma ettiği hüküm anlamında kullanıyor. Hükmü basitleştirmek ve önemsiz hâle getirmek için gelenek tabirini kullanıyor.

Geleneksel İslam: İslam dini, İslam şeriatı anlamında kullanıyor. Bunu önemsiz hâle getirmek için geleneksel diyor.


28 Mart 2012 Çarşamba

Allah Teala'ya Mekân İsnadı

Soru:
"Yukarda Allah var" tarzı sözler halk arasında çok yaygın. Bu gibi sözler insanları küfre götürür mü?

Cevap: 
 Allah Teala'ya mekân isnadı anlamına gelen bu türlü sözlerin itikadî bakımdan çok tehlikeli olduğunu bilmemiz gerekir. Evet belki mekân isnadı niyet ve iradesiyle söylenmiyor, belki sadece ağız alışkanlığı ve bu yönüyle mazur görülebilir bir "masumiyet" telakkisiyle karşılanabileceğini düşünenler çıkabilir. Ancak Allah Teala hakkında "tenzih akidesi"yle bağdaşmayan her türlü düşünce, tasavvur ve sözü dilimizden de kalbimizden de uzak tutmak zorundayız. Bu türlü sözlerin dilimizde yer etmesi demek, bir süre sonra tasavvurumuzu da etkilemesi demektir. Yani bu türlü sözleri söyleye söyleye bir süre sonra Allah Teala'nın "yukarıda" olduğu gibi bir telakkiye kapılmak mümkün olabilir. Allah Teala'ya bir yön ve mekân isnadı ise O'nun cisimlere mahsus özelliklerle tavsifi demektir. Oysa Allah Teala bundan yüce ve münezzehtir.
Bu soruyu vesile edinerek İmam Ebû Hanîfe'nin hayli istismar edilen bir ifadesi üzerinde durmak istiyorum. İmam, el-Fıkhu'l-Ebsat'ta şöyle diyor: "Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum diyen kimse kâfir olur. Aynı şekilde, "Allah Teala Arş'ın üzerindedir; Arş'ın gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum" diyenin durumu da böyledir." 

Bu sözlere sarılarak İmam Ebû Hanîfe'nin, Allah Teala'nın –haşa– gökte olduğunu söylediğini ileri sürmek doğru değildir. Zira burada İmam, Allah Teala'nın gökte veya yerde olduğunu söylemekle O'na bir mekân isnad edilmiş olacağını vurgulamaktadır. Buradaki tekfirin anlamı budur. 

21 Mart 2012 Çarşamba

İtikat

 

İlmihal Programında
24.02.2012  tarihli video da tamamını seyredebilirsiniz.

Konu: Bir İtikat İmamı Olarak Ebu Hanife

20 Mart 2012 Salı

Osmancıktan Sonra

......
Son zamanlarda gerek televizyon dizisi, gerek sinema filmi olarak Osmanlı'yı konu alan yapımlara sık rastlar olduk. Bunların kahir ekseriyetinin ortak vasfı, tarihine, kimliğine, atalarına saygı duyan insanları "rahatsız edici" olmaları.
Niçin "rahatsız edici?"
Çünkü oralarda Osmanlı'yı Osmanlı yapan unsurlardan hiç biri yok. Seyircinin gözüne sokulan cinselliği mi desem, kostümlerdeki yapaylığı mı... Senaryolardaki çarpıtmalardan mı söz etsem, sanat diye yutturulan basitliklerden mi... Bunların üstünde ve ötesinde, bu filmlerdeki en temel arıza, Osmanlı'yı olduğu gibi anlatmanın asgari şartı olan seviye, dil, algı ve ifade sığlığı...
Oryantalistler bile eminim daha iyisini yapardı. Bu yapımların altına imza atanlar bu topraklara dışarıdan mı geldi diye sırası geliyor insanın...
 ......
Osmanlı'yı bu ülkenin çocuklarına siz anlatmazsanız, başkaları başka biçimlerde ve başka maksatlarla anlatmaya devam edecektir...

17 Mart 2012 Cumartesi

Buna Tefsir Diyecek miyiz ?

Diyanet İşleri Başkanlığı, 2001'de yeni ve daha anlaşılır bir Kur'an meal ve tefsiri hazırlatmaya karar verdi. Hazırlama işi 4 ilahiyat profesörüne havale edildi.Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş.
Tefsir, Allah kelâmı olan Kur'an âyetlerinin açıklamasıdır. Tefsirler, Rabbimizin, biz kullarına neleri emredip neleri yasakladığının izahını yapar. Onun için tefsir çok mühim, mühim olduğu kadar da mes'ûliyetlidir. Dolayısıyla böyle hassas bir iş ancak müfessirlerle/tefsirden anlayan kimselere havale edilmeli, böyle bir işi yüklenenler de ancak tefsir yapabilecek ilme sahip olmalıdırlar.
Bu çerçeve içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ismi geçen kişilere hazırlattığı 5 ciltlik KUR'AN YOLU Türkçe Meal ve Tefsir isimli eserine baktığımızda şunu görüyoruz:
Eseri kaleme alan dört zattan hiçbiri tefsir profesörü değil.Yani ihtisası tefsir olmayanlara tefsir hazırlama vazifesi verilmiş, onlar da bu eseri 300.000 dolara hazırlamak üzere kabul etmişler.
Bu tıpkı, nasıl olsa o da doktordur diye bir cildiye doktoruna göz ameliyatı vazifesi vermek gibi. Ona böyle bir vazife veriliyor, o da bu benim işim değil demiyor. "Eh neyse..." kabilinden kabul ediveriyor.
Netice ne olur? Aşağıda okuyacağınız gibi "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder" olur.
İlk cildi elimize alıyoruz. Tefsir niyetiyle okumaya başlıyoruz. Aman Allah'ım! Tefsir değil sanki Kitab-ı Mukaddes'i, İncil ve Tevrat'ı tanıtma kitabı. "Kitab-ı Mukaddes'te şöyle deniyor, Kitab-ı Mukaddes'te böyle deniyor" diye, sadece Bakara suresinde tam 50 yerde Kitab-ı Mukaddes'e atıf yapılmış.
Eğer adına açıklama diyeceksek, bunu da şöyle açıklıyorlar:
"İslâmi inançlarla ve ilkelerle çelişmeyen ek bilgiler vermek maksadıyla Kitab-ı Mukaddes'ten de bilgiler aktardık." (Cild 1, XLIII)
Tahrif edilip Allah'ın gönderdiği orijinal halini kaybetmiş olan bir kitabın verdiği bilgiye ne kadar güvenilir ki, okuyuculara ek bilgi vermek için Kitab-ı Mukaddes'ten yığınla bilgiler aktarıyorsunuz?
Allah kelamı olmaktan çıkan bir kitabın, insanlar tarafından yazılan kitaplarla ne farkı kalır? Eğer, maksadınız söylediğiniz gibi "İslâmî inançlarla ve ilkelerle çelişmeyen ek bilgiler vermek" idiyse niçin sadece Kitab-ı Mukaddes'ten bilgiler aktardınız da -meselâ- doğu dinlerine ait bilgiler aktarmadınız? Muharref Tevrat ve İncillerin rüchaniyeti ne? Niçin sadece İncil ve Tevrat? Bunun bir sebebi olmalı. Ve ne?
Yazarlar heyeti aktardıkları bu bilgilerle yetinmeyip ayrıca "daha geniş bilgi için Tevrat'ın falan falan yerine bakın" diyerek okuyucuyu bir de Tevrat'a yönlendiriyor.
Neyse, Kitab-ı Mukaddes'ten aktardıkları bilgilerin, söyledikleri gibi İslâmi inançlarla çelişip çelişmediğine bakalım. Aktardıkları bilgilerden biri şöyle:
"Tevrat'ta, Yakub peygamberin Tanrı ile güreşip O'nu yendiği, bu sebeple Tanrı'nın ona İsrail adını verdiği bildirilir." (Birinci baskı, Cild 1, s: 50)
Eeee?.. Hani İslâmî inançlarla çelişmeyen bilgiler verecektiniz? Yakub peygamberin -hâşâ- tanrı ile güreşip O'nu yendiği İslâmi inançla bağdaşıyor mu? Bu inanç, İslâm'a göre insanı gömgök gâvur yapmaz mı?

Hadi bu bilgiyi verdiniz, peki sözümona tefsirinizde niçin buna dair gerekli bir izahta bulunmadınız?
Değerli okuyucular, yazarlar heyeti tarafından kaleme alınan Önsöz'de şu bilgiler veriliyor:
"Bildiğimiz kadarıyla İslâm dünyasında bir heyet tarafından yazılmış ve tamamlanmış Kur'an-ı Kerim tefsiri bulunmamaktadır. Bu açıdan bizim çalışmamızda bir ilkin gerçekleştiği söylenebilir. Ayrıca, Kur'an Yolu'nun, Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından okunup tenkit süzgecinden geçirilmesi de esere yararlı katkılar sağlamıştır."
Aman Allah'ım! Demek bu eser bir de Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından okunup tenkit süzgecinden geçirilmiş. İyi ki Kurul tarafından okunmuş. Ya okunmasaydı kimbilir nasıl olacaktı?
Değerli okuyucular! Bu 5 ciltlik eserde öyle veballer işlenmiş ki, yazmakla bitecek gibi değil. Bunlardan bir misal: Şiilerde ve tabii ki İran'da, Mut'a nikahı diye bir nikâh var. Bu nikâh şöyle oluyor:
Bir kadınla bir erkek, şahit falan da olmadan belli bir para karşılığında belli bir süre için anlaşıp karı-koca hayatı yaşıyorlar. Anlaşılan süre bitince nikâh da sona eriyor...
Mut'a nikâhı işte böyle bir şey. Bu nikâh, ehl-i sünnete göre geçersiz olup yapanlar zina yapmış olurlar. 14 asırdır, hiçbir ehl-i sünnet âlimi de bunun câiz olduğunu söylememiş/yazmamıştır. Gelin görün ki, KUR'AN YOLU tefsiri bunun câiz olduğunu yazıyor. (1. baskı, Nisâ, 24. âyetin tefsirinin son paragrafı.)

Türkiye'de Türkçe olarak yayınlanmaya başlayan Newsweek dergisi, bu haftaki sayısında bu tefsirin Mut'a meselesi hakkındaki tavrını ele alıyor. Dergide, tefsir yazarlarının Mut'a konusunda birbirini tutmayan ibretlik sözleri mevcut. Ne deyip ne demeyeceklerine bile hâlâ karar verebilmiş değiller. Acı, çok acı...
Ali Eren

14 Mart 2012 Çarşamba

Ankara İstiklal Mahkemesinden Geçenler

black white drop.JPG
Ankara İstiklal mahkemesi Zabıtları -1926- isimli kitapta Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan 40 civarında kişiye ait mahkeme zabıtları var. Yazar, TBMM arşivinde bulunan bu zabıtların muhtevi bulunan 4 ve 5. defterlerin ya kendisine bilinçli olarak verilmediğini veya kaybolduğunu söylüyor. Bu iki defterin, mahkemeye getirilen diğer sanıklarla Atıf hocanın yüzleştirildiğini anlatan zabıtları muhtevi olduğu anlaşılıyor.
Dönemin Meclis İnsan hakları Komisyonu tarafından istenmesine ve TBMM Başkanı’nın yazılı emri bulunmasına rağmen bazı Arşiv görevlilerinin bu defterleri vermemesinin izahı nasıl yapılır, bilemiyorum. Ancak buna benzer vakaların bugün de cereyan etmemesi için ilgililerin hassasiyet göstermesi gerektiği açık. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan isimlerden birkaçı: İskilipli Atıf hoca: Cemiyet-i Müderrisîn’in ikinci reisliği ve bilahare isim değiştirerek Teali-i İslam Cemiyeti’nin başkanlığı görevlerinde bulundu. İbtida-i Dahil Medarisi Umum Müdürlüğü görevini yürütürken ortaya koyduğu liyakat ve ehliyet sebebiyle yurtdışından yüksek rütbeli teklifler aldığı halde “milletine ve devletine hizmetten ayrılamayacağı”nı söyleyerek bu teklifleri geri çevirdi.
Milli Mücadele’yi bütün varlığı ile destekledi. Değişen şartlar onu ailesinin geçimini sağlamak için kitapçılık yapmaya mecbur etti. Tesettür-i Şer’î, Din-i İslam’da Men-i Müskirat gibi aktüel meseleler hakkında eserler yazdı. Her yazdığı eser için Maarif Vekaleti’nden ruhsat almaya özellikle dikkat ediyordu. Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli meşhur eseri için de aynı ruhsatı almıştı. Ancak neşrinden 18 ay sonra bu kitap toplatıldı ve Atıf Hoca 9 Aralık 1925 günü evinden alınarak İstanbul Polis Müdüriyeti’ne götürüldü. Burada aralıksız 22 gün sorgulandıktan sonra “Şapka isyanı alimlerinden” sayıldı ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nin emri doğrultusunda kelepçeli olarak bindirildiği bir kömür gemisi ile Giresun’a gönderildi. Oradaki İstiklal Mahkemesi’nde 16-18 Aralık günleri sorgusu yapıldı ve suçsuz olduğu anlaşıldı. Tekrar İstanbul’a getirildi. Serbest bırakılmayı beklerken bir kere daha Polis Müdüriyeti’ne götürüldü ve hücreye atıldı. Mahkeme reisi Ali Çetinkaya, İstanbul basınında yer alan demecinde yer aldığı şekliyle “suçsuzluğu ortaya çıktığı” halde Hoca başka sanıklarla birlikte bu kez de Ankara’ya sevk edildi. Burada bir hücrede tutuldu. 20 Ocak 1926 günü başlayan mahkeme 5 celse sürdü.  
Savcı 3 yıl ağır hapsini istedi ise de 58 gün süren zindan hayatı idam kararıyla sona erdi. Atıf hoca, Türkiye Cumhuriyeti’nin Şapka İnkılabına kitap yazarak muhalefet suçundan 3 Şubat 1926 gecesi Ankara’da Büyük Millet meclisi Önünde asılarak idam edildi. Yazdığı kitap, Şapka Kanunu’ndan iki yıl önce yayımlanmıştı. Üstelik Cumhuriyet’in Maarif Vekaleti’nin izin ve ruhsatıyla!..
Kaynak

9 Mart 2012 Cuma

Çıkmaz sokak!

Light Pink


Mealden din öğrenmenin mümkün olmayacağı o kadar açık ki...
Kur’an-ı kerim, İslâmiyetin temel kitabıdır, anayasasıdır. Bunu, Resulullahın, müctehid imamların ve diğer âlimlerin sözleri açıklar, tatbikini sağlar
Kur’an-ı kerimden başkasını kabul etmemek, bir devletin anayasasının dışındaki bütün, kanunlarını, tüzüklerini, yönetmeliklerini, genelgelerini kabul etmemek, onları yok saymak gibidir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Asırlardır din, meallerden, Kur’an tercümelerinden değil, fıkıh kitaplarından, ilmihâl kitaplarından öğrenilmiştir. Dinimizi doğru olarak öğrenebilmek için, bu sağlam yolu devam ettirmemiz, çıkmaz yollara sapmamamız şarttır. Çıkmaz yollara sapan, kurda kuşa yem olmaya mahkûmdur.
Mehmet Oruç

5 Mart 2012 Pazartesi

Şia’ya Bu Nefret Niye


İlmihal Programında
24.02.2012 tarihli video da tamamını seyredebilirsiniz.
Konu : Bir İtikat İmamı Olarak Ebu Hanife

Sinsi Plan !

۞ رمضــان كريـم
Son yıllarda, dış destekli belli odaklar, Müslümanları sinsice ilmihâl kitaplarından uzaklaştırıp, meallere, tefsirlere, tercümelere yönlendirme gayretine girmiş bulunmaktadır.
Birçok şey alıştıra alıştıra kabullendirilir. Bazı yanlış inanç, fikir, görüş, metot ve kanaatler vardır ki, insanlar onları önce iter, reddeder. Fakat devamlı propaganda, beyin yıkama ve telkin neticesinde, bu itiş ve reddetme, zamanla zayıflar ve toplumun direnişinde gevşeme başlar.

İşte, günümüzde her Müslümanın, bir adet Kur’an tercümesi edinerek, İslâmiyeti doğrudan buradan öğrenme fikri de böyle gelişmiştir. Bu, sinsi din düşmanlarının, yıllardır yaptıkları beyin yıkama propagandalarının bir neticesidir. Maalesef zamanımızda Müslümanların çoğu, bu propagandanın tesiri ile, evlerinde bir meal bulundurma, dini buradan öğrenme yanlışlığına düştüler. Hâlbuki, bizim, dinin temel bilgilerini Kur’an tercümelerinden elde etmemiz, öğrenmemiz mümkün değildir.

İngiliz ajanı Hempher bakınız hatıralarında bu yolla yapmak istediklerini nasıl anlatıyor:
“Çalışmalarımdan bir netice alamayınca, ümitsizliğe düştüm. Görevi bırakmak istedim. Müstemlekeler Bakanı bana şunları söyledi: Sen bu işlerin, birkaç senelik çalışma ile neticeleneceğini mi zannediyorsun? Bırak birkaç seneyi, bu ektiğimiz tohumların meyvelerini, ben de sen de göremeyeceğiz, belki de senin, benim torunlarımız bile göremeyecek. Bu tohumların meyvelerini en az yüz senede, belki de 150-200 senede ancak alabileceğiz.
Çünkü, bugüne kadar İslâmiyeti ayakta tutan, din bilgileri olmuştur. Âlimleri, ilmi yok edip, halkı cahil bırakmadıkça, onların dinlerini bozmak mümkün değildir. Bunun için, âlimleri, mezhepleri hissettirmeden kötüleyeceğiz. Bir müddet sonra da, peygamber sözleri (hadis-i şerifler) hakkında, ‘uydurmaydı, değildi’ diyerek şüpheye düşüreceğiz. Ayetleri istediğimiz gibi yorumlayacağız... Ancak bunları başarıp, halkı cahil bıraktığımız zaman, meyveleri toplamaya başlayacağız. Bir kültürü, hele asırların birikimi olan din kültürünü yıkmak, kısa zamanda olacak şey değildir...”
(İngiliz Casusunun İtirafları, Hakikat Kitabevi, 0212 5234556)
Hempher, 1700’lü yıllarda bu faaliyeti gösteriyordu. Gerçekten de iki yüz yıl sonra, 1900’lü yıllarda meyvelerini toplamaya başladılar.


Mehmet Oruç
 

1 Mart 2012 Perşembe

Sünnet


Pink RoseRasulullah (s.a.v)  "Siz bu gün Rabbinizden açık bir beyyine üzeresiniz de iyiliği emrediyor, münkerden nehyediyor ve Allah yolunda cihad ediyorsunuz.


Sonra sizin içinizde iki sarhoşluk zuhur edecek, birisi cehalet sarhoşluğu diğeri de geçim sevgisi sarhoşluğudur. (o zaman) bu (önceki güzel) halinizden döneceksiniz; iyiliği emretmiyecek, kötülükten nehyetmiyeceksiniz ve Allah yolunda cihad etmeyeceksiniz.
İşte o gün kitap ve sünnet (i tatbik) ile kaim (ayakta duran) lara elli sıddık sevabı vardır." buyurdu.Bunun üzerine; "Ya Rasullah bizim içimizdeki sıddıklardan mı, onların içlerindeki sıddıklardan mı?" diye sorduklarında,Efendimiz (s.a.v) ; "Hayır! Bilakis sizin içinizdeki sıddıklardan (elli sıddık sevabı alacaklar)."

ramuzu'l-el hadis_153

Bunlara da göz atabilirsiniz

Blog Widget by LinkWithin