29 Temmuz 2012 Pazar

Büyüklük Taslayan Âlimler

Kıyamet gününde insanların en çok nadim (pişman) olanı, ilmi ile büyüklük taslayan âlimler olacaktır.

İbrahim bin Utbe

....

Bildiğimizi zannetmemiz öğrenmemizin en büyük düşmanıdır

22 Temmuz 2012 Pazar

Rabıta" Küfür Diyenlerin Kendileri Küfürdedir

Rabıtanın şirk ve küfür ithamına gelince rabıta edilen şahsın buna ehil olup olmadığı davası bir yanda dursun, prensip olarak bu işi inkar etmek,  
Allah Resulünün ruhaniyetinden, Hazreti Ebûbekir, Abdülhalık Gucdevâni, Şah-ı Nakşibend, Ubeydullah Ahrar, İmam-ı Rabbani, Mevlânâ Hâlid ve daha nice büyüklerin ruha-niyetine kadar topyekün mana âlemini reddetmeye ve bütün bu büyükleri küfürle suçlandırmaya varacağından, küfrün ta kendisidir. Yani "Rabıta" küfür diyenlerin kendileri küfürdedir. 

Son devrin din mazlumları
Necip Fazıl K.
Sh:276-277

8 Temmuz 2012 Pazar

Üstad Necip Fazıl’ın İbni Teymiyye Değerlendirmesi

Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere “Nas-Kur’ân hükmü” dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur’ân’ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye‘ye sıra geliyor.
Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin’e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur.
Bir âlim, evet… Fakat… Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor.
Eğer insan “ben Kur’an-ı aklımla tefsir ederim” dese de tefsiri Beyzavî Tefsirinin aynı olsa yine küfürdedir.
Aynı akılla Allah’ı inkâr edenler, ters tarafından İbn-i Teymiyye ile aynı daire içinde mahpusturlar. Bu bahis gayet girift ve uzundur ve İbn-i Teymiyye mektebinin bazı ihtilâtları, hattâ son zamanlarda yurdumuzda talebe kaydetmeye kadar giden sirayetleri ve kolayca yerleşme avantajı bakımından ne kadar üzerinde durulsa yeridir.
Akla bahşedilen öyle bir kolaylık ve ucuzluk ki, yarım akıllara İlâhî esrara karşı bir nevi horozlanma sevdasını veriyor, İlâhî esrarı çözülmüş şifre kâğıtları halinde sepete attırdığının farkında olmuyor; ve işte bu haliyle günümüzde İslâm Enstitülerine kadar sızmış ve bazı gruplar arasında modalaşmış bulunuyor.
Tasavvufu inkâr etmek, Resuller Resulünün ruhâniyet ve bâtınını tanımamaya varır ki, hem de sözde şeriatten yana görünmenin maskesi altında topyekûn ve en hain şekilde küfre ulaşır. Bu gibilerin (diyalektik) tekerlemeleri ise, (Sokrates)in buluşiyle, flüt çalana inanıp da flüte inanmamak derecesinde hayalî bir abes ve hamakat teşkil eder. Anlaşılmaza inanıyor da onun tecellilerindeki sırrîlik ve gizliliğe inanmıyor!!!
Koca İmam-ı Gazalî… Aklı akılla tükettikten sonra şöyle der:
“- Aklın hudut noktasına vardım ve gördüm ki, onunla erişmek boş hayâl… Peygamberin ruh feyzine yapışmaktan ibaret her şey… Öyle yaptım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın ötesidir.”
Bunlarsa aklı tüketip ötesine geçenler değil, en iptidaî aklın tükettikleri…
Kocakarıların hayâl aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah’ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırd edici meleke, işte İbn-i Teymiyyede mevcut olmayan selim akıl ve mümîn kalbleri ışıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o…

Türkiye'nin Manzarası 
Necip Fazıl Kısakürek

6 Temmuz 2012 Cuma

Ne Yapılmak İstendiğini Açık Yüreklilikle İslamoğluna Sordu

Kader ve Kaza meselelerinin Müzâkere edildiği 22 Haziran 2012 Tarihli İlm-i Hâl Programında Hasan el-Basrî'nin (Rahimehullah) Kader ve Kaza ile ilgili görüşlerinden bahsedildikten sonra Kader Risalesi olarak bilinen mektubun Hasan-ı Basrî'ye aidiyet (mevsukiyeti) konusuna değinildi.

Ebubekir Sifil, İslamoğlu tarafından şerh edilen risale ile kendi ellerinde bulunan risalenin aynı olmadığını beyan ettikten sonra Ne yapılmak istendiğini açık yüreklilikle İslamoğlu'na sordu ...!!!


5 Temmuz 2012 Perşembe

Türkleri Yok Etmenin Gizli Planları

Yunan isyanı patlak verdiği günlerde Patrik Gregorius Ruslarla mektuplaşarak Türklerin nasıl yok edileceğine yönelik komplo planlarının ele geçirilmesi idi. Nitekim Patrik Gregorius, Rus Çarı I. Aleksandr’la gizlice mektuplaşmış; mektupların birinde, "müşterek düşman" gördükleri Türklerin nasıl yok edileceğine dair tavsiyelerini dile getirmişti.

Türkiye’de bulunduğu süre içinde Türklük aleyhine epey faaliyetlerde bulunmuş olan Rus Elçisi General İgnadyef, hatıratında, bu mektupla ilgili olarak şunları söyler:

"Mahmud Nedim Paşa’nın, Sadrazamlıktan istifa ettiği gün Patrikhaneye gitmiştim. Patrik Germanos, sohbetimiz sırasında Patrikhane’deki inşaat esnasında çıkan bir sandık içinden, Sultan Mahmut zamanında Yunan istiklaline yardım suçuyla asılan selefi Gregorius’un o zamanki Çarımız Aleksandr’a gönderdiği bir mektubun müsveddesini bana okudu. Ele geçtiği zaman Germanos’un bile felaketine sebep olabilecek bu mektup, ölen Patrik’in, Türkleri dünya siyasî ve askerî hayatından korkulacak bir varlık olmaktan çıkaracak, hatta bağımsız bir millet olabilmekten mahrum edecek çok dikkate değer tavsiyeler içermekteydi. Benim Osmanlı Devleti nezdinde vazifede olduğum esnada (1864–1878) bu teşhisler tamamen isabetle tecelli etti"

Fener Patriği Gregorius’un, Türkleri içerden yok etme düşüncelerini taşıyan bu vesikayı ibret nazarlarınıza sunuyoruz:

"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü, Türkler çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet–i nefs sahibidirler. Bu hasletleri de dinlerine olan bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, geleneklerinin kuvvetinden; padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.

Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlâklarının selabet ve safiyetinden, bilhassa dinî ve manevî hayatlarının tanzim ve tedvin eden şahsiyetlere olan bağlılık ve hürmetlerinden gelmektedir.

Türkleri evvela bu din ve manevî şahsiyetlerinden mahrum bırakmak, buhran anlarında irşâd vazifesini ifa edecek şahsiyet ve mihraklardan nasipsiz kılmak icap eder. Bunun da kestirme yolu dinî ve manevî hayatı temsil eden teşkilat ve şahsiyetleri, milletleri üzerinde etkili kudret olmaktan çıkartmaktır. Halkı da millî ve manevî geleneklerine uymayan dış telkin ve fikirlerle tahrip etmektir.

Türkler dış yardımı reddederler, haysiyet duyguları buna manidir. Velev ki, geçici bir zaman için zahiri kuvvet verse de, Türkleri dış yardıma alıştırmalıdır.
Maneviyatları sarsıldığı gün kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zâhiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olacaktır..."
 



Bunlara da göz atabilirsiniz

Blog Widget by LinkWithin