Diyanet İşleri Başkanlığı 2010 yılını "Kur'an Yılı" ilan etmiş. İnsanı ve toplumu hak ve hakikat zemininde inşa etmek üzere gönderilmiş olan Son Mesaj'ın gereği gibi anlaşılması, yaşanması ve haberdar olmayanlara aktarılması Ümmet-i Muhammed'in temel görevlerinden birisi, hatta birincisidir. Toplumumuzda gün geçtikçe daha fazla yaygınlık kazandığı müşahede edilen ahlak erozyonu, suçluların, suç oranlarının ve çeşitlerinin artması, toplumsal dokunun giderek daha fazla zedelenmesi… gibi olumsuzlukların önüne ancak Kur'an'ın diriltici mesajıyla geçilebilir. Bu doğru.
Ancak bir başka doğru daha var: Kur'an meali okuma furyası baş gösterdiğinden beri kafası karışık insanların sayısında artış kaydediyoruz. "Kafası karışık"la kasdettiğim, "Ben Kur'an'ın şurasını anlayamadım, doğrusu nedir?" tarzındaki masumane arayışlar değil. Eline geçirdiği bir meali okuduktan sonra Kur'an tarihi, Kur'an ilimleri, Kur'an-Sünnet ilişkisi, itikad, ahkâm… konularında "allame-i cihan" kesilen insanları kastediyorum. Bu normal bir şey midir? Bir meal okumakla insan gerçekten bütün bu konularda görüş beyan edecek kıvama erebilir mi?
Üstelik piyasada mevcut yüzlerce mealden hangisinin yazarının İlahi Mesaj'ı daha doğru anlayıp aktardığı konusunda elimizde bir ölçüt de mevcut değil. Bizzat Diyanet'in Nisan-2003'te İzmir'de tertip ettiği Kur'an Mealleri Sempozyumu, "meal" olgusu etrafında sanıldığından daha büyük problemlerin yumaklanmış olduğunu hayli çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
"Meal meselesi" hallolmadan Başkanlığın sitesinde yer alan, "günümüz insanına yapılan bu ‘Kur’an’la buluşma’ çağrısı, koca ömrünü gölgeler ve fani hevesler peşinde tüketen, bilgisizliği, hırs ve kibri yüzünden iki adım ötesini göremez olmuş modern insanın salt Kur’an’la bilgilenmesi imkânı değil, aynı zamanda Kur’an ikliminde soluklanması, Kur’an ahlakı kazanması, ilahi kelamın esintisi ile üzerindeki ölü toprağının kalkması, varoluşa hikmetle ve iz’anla bakarak huzur bulması ve dirilmesi fırsatıdır" tarzındaki açıklamanın gerçeğe tekabül etmesi mümkün müdür?
Adını andığım sempozyumda sunulan tebliğler ve yapılan müzakereler 2 cilt halinde basılmış durumda.[1] Orada bizzat Diyanet'in neşrettiği meali muhtelif açılardan eleştiren bir tebliğ de yer alıyor[2] Tek başına bu durum bile "meal problemi" çözülmeden Kur'an'a yapılan vurgunun da çağrının da pratik bir anlam taşımayacağını göstermeye yeterli.
Yine o tebliğlerde, ülkemizde "çok satan" meallerden M. Esed ve Y.N. Öztürk'e ait olanların, eleştirel olarak üzerinde en fazla durulan mealler olması hayli manidar bir durum. Bir kısmı daha sonraki tarihlerde neşredildiği için o sempozyumda bahse konu edilmeyen –M. İslamoğlu, İ. Eliaçık gibi isimlere ait– mealler de hesap edilerek düşünüldüğünde, meal meselesinin "problem" olmaktan çıkıp, ilim adamları ve ilmî mahfiller tarafından bir an evvel el atılması gereken bir "kriz"e dönüşmekte olduğu daha net olarak görülecektir.
Konuya yüzeysel olarak ve dışarıdan bakanlara bile, "Tutarlı bir kitap bunların hepsini aynı anda söylüyor olamaz" dedirten çeviri farklılıkları ve taban tabana zıt anlama tarzları Kelam-ı İlahi'nin mümkün olduğunca uzağına itilmelidir. Kur'an-ı Mübin bu türlü çelişkilerden sonsuz kere münezzehtir.
Elbette bunu söylerken Kur'an'ın, farklı anlama tarzlarına imkân tanıyan kelime ve ayetler ihtiva ettiğini görmezden geliyor değilim. İhtilafın mümkün ve hatta yerine göre "kaçınılmaz" olduğu yerlerdeki farklı tercihlerden rahatsızlık duymanın Kur'an adına sağlıklı bir tavır olduğunu söylemek mümkün değil.
Benim dikkat çekmek istediğim nokta, nazil olduğu tarihten modern zamanlara kadar bütün Ümmet tarafından belli bir istikamette anlaşılmış ve tefsir edilmiş ayetlerin, modern değerlere ve dünyaya ters düşmeme gayretkeşliğiyle çarpıtılması. Meal bunun vasıtası, "Kur'an'a çağrı" da perdesi…