25 Mayıs 2012 Cuma
24 Mayıs 2012 Perşembe
Sahabelere İftiralar
Büyük sahabelere iftira ve hakareti adet edinen Güneş gazetesi yazarı Rıza Zelyut “Peygamberimizin kızını kimler öldürdü?” başlıklı yazısında büyük sahabelere iftiralar ediyor.
Ama öyle bir bölüm var ki, iftiranın da ötesinde. Ve o bölümü Haydar Baş’ın “Hz. Fatıma İcmal Yayıncılık sayfa: 365-366″ kitabından alıntıladığını söylüyor.
İşte O Bölüm:
Okuyun Okuyabilir İseniz
Gelin, bundan sonrasını Hz. Ömer’in Muaviye’ye yazdığı meşhur mektuptan okuyalım:
‘Hz. Fatıma’nın cariyesi Fizze’ye dedim ki: ‘Ali’ye de ki: Hz. Ebu Bekir’e biat etmek için dışarı çıksın çünkü Müslümanlar ona biat etmişlerdir.’
Fizze: ‘Hz. Ali meşguldür.’ dedi.
Dedim ki: ‘Bu sözleri bir kenara bırak, ona de ki, dışarı çıksın; aksi takdirde içeri girip onu zorla çıkarırız.’
Bu sırada Fatıma odadan çıkıp kapının arkasında durdu ve şöyle dedi: ‘Ey yalancı sapıklar! Ne diyorsunuz? Ne istiyorsunuz?
Dedim ki: ‘Ey Fatıma!’
Fatıma: ‘Ey Ömer ne istiyorsun?’ dedi.
Dedim ki: ‘Neden amcaoğlun seni cevap vermek için göndermiş ve kendisi perdenin arkasında oturmuştur?’
Dedi ki: ‘Ey şaki (bedbaht)! Senin azgınlığın beni evimden dışarı çıkardı; hücceti sana ve diğer her sapığa tamamladı.’
Dedim ki: ‘Bu boş sözleri ve kadın hikayelerini bir kenara bırak; Ali’ye de ki dışarı çıksın; aramızda hiçbir dostluk ve ihtiram yoktur.’
Fatıma dedi ki: ‘Ey Ömer! Şeytanla mı beni korkutuyorsun? Oysa ki şeytanın hizbi güçsüzdür.’
Dedim ki: ‘Eğer dışarı çıkmazsa, ya çok odun getirerek bu evi içindekilerle yakacağım veya Ali sürüklenerek biate götürülecektir.’
Bu sırada Konfoz’un kırbacını alıp ona vurdum ve Halid bin Velid’e de ‘Sen ve adamlarımız odun getirin, ben onları yakacağım.’ dedim.
Fatıma dedi ki: ‘Ey Allah’ın düşmanı! Ey Peygamber’in düşmanı, ey Emir’ül – mü’minin Ali’nin düşmanı!’
Fatıma elleri ile kapıyı tutup onu açmama mani oluyordu; derken onu bir kenara ittim, yine bana mani olmaya çalıştı, bu defa kırbaçla onun ellerine vurdum, onu incittim, onun inilti ve ağlamasını duydum; neredeyse yumuşayacaktım ve kapıdan geri dönecektim. (…) bu esnada kapıya bir tekme vurdum, Fatıma ise kapıya yapıştı; öyle şiddetle bağırdı ki Medine’nin alt üst olduğunu zannettim.’
(Kaynak kitap: Hz. Fatıma; Yazan: Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yayıncılık, sayfa: 365-366)
Hamileliği ilerlemiş olan Fatıma Ana; işte burada yediği dayakla çocuğunu düşürmüş, kendisi de kısa bir süre sonra genç yaşında vefat etmiştir.
Peygamberimizin kızına Ebubekir-Ömer ikilisinin yaptığı diğer haksızlıkları merak edenler; bu kitaba baksınlar.
Diğer önemli bir kaynak da şudur: ‘Örnek İslam Kadını Hazret-i Fatıma, Yazan Ayetulluh İbrahim Emini, Ensariyan Yayınları’
İşte bu nedenle Cübbeli Hoca uyarıyor: Bu kişilerden, Meltem Tv gibi yayın organlarından uzak durun. Sahabe Efendilerimize hakaret ve iftira edenleri sizde deşifre edin, milleti uyarın, uyandırın.
Ama öyle bir bölüm var ki, iftiranın da ötesinde. Ve o bölümü Haydar Baş’ın “Hz. Fatıma İcmal Yayıncılık sayfa: 365-366″ kitabından alıntıladığını söylüyor.
İşte O Bölüm:
Okuyun Okuyabilir İseniz
Gelin, bundan sonrasını Hz. Ömer’in Muaviye’ye yazdığı meşhur mektuptan okuyalım:
‘Hz. Fatıma’nın cariyesi Fizze’ye dedim ki: ‘Ali’ye de ki: Hz. Ebu Bekir’e biat etmek için dışarı çıksın çünkü Müslümanlar ona biat etmişlerdir.’
Fizze: ‘Hz. Ali meşguldür.’ dedi.
Dedim ki: ‘Bu sözleri bir kenara bırak, ona de ki, dışarı çıksın; aksi takdirde içeri girip onu zorla çıkarırız.’
Bu sırada Fatıma odadan çıkıp kapının arkasında durdu ve şöyle dedi: ‘Ey yalancı sapıklar! Ne diyorsunuz? Ne istiyorsunuz?
Dedim ki: ‘Ey Fatıma!’
Fatıma: ‘Ey Ömer ne istiyorsun?’ dedi.
Dedim ki: ‘Neden amcaoğlun seni cevap vermek için göndermiş ve kendisi perdenin arkasında oturmuştur?’
Dedi ki: ‘Ey şaki (bedbaht)! Senin azgınlığın beni evimden dışarı çıkardı; hücceti sana ve diğer her sapığa tamamladı.’
Dedim ki: ‘Bu boş sözleri ve kadın hikayelerini bir kenara bırak; Ali’ye de ki dışarı çıksın; aramızda hiçbir dostluk ve ihtiram yoktur.’
Fatıma dedi ki: ‘Ey Ömer! Şeytanla mı beni korkutuyorsun? Oysa ki şeytanın hizbi güçsüzdür.’
Dedim ki: ‘Eğer dışarı çıkmazsa, ya çok odun getirerek bu evi içindekilerle yakacağım veya Ali sürüklenerek biate götürülecektir.’
Bu sırada Konfoz’un kırbacını alıp ona vurdum ve Halid bin Velid’e de ‘Sen ve adamlarımız odun getirin, ben onları yakacağım.’ dedim.
Fatıma dedi ki: ‘Ey Allah’ın düşmanı! Ey Peygamber’in düşmanı, ey Emir’ül – mü’minin Ali’nin düşmanı!’
Fatıma elleri ile kapıyı tutup onu açmama mani oluyordu; derken onu bir kenara ittim, yine bana mani olmaya çalıştı, bu defa kırbaçla onun ellerine vurdum, onu incittim, onun inilti ve ağlamasını duydum; neredeyse yumuşayacaktım ve kapıdan geri dönecektim. (…) bu esnada kapıya bir tekme vurdum, Fatıma ise kapıya yapıştı; öyle şiddetle bağırdı ki Medine’nin alt üst olduğunu zannettim.’
(Kaynak kitap: Hz. Fatıma; Yazan: Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yayıncılık, sayfa: 365-366)
Hamileliği ilerlemiş olan Fatıma Ana; işte burada yediği dayakla çocuğunu düşürmüş, kendisi de kısa bir süre sonra genç yaşında vefat etmiştir.
Peygamberimizin kızına Ebubekir-Ömer ikilisinin yaptığı diğer haksızlıkları merak edenler; bu kitaba baksınlar.
Diğer önemli bir kaynak da şudur: ‘Örnek İslam Kadını Hazret-i Fatıma, Yazan Ayetulluh İbrahim Emini, Ensariyan Yayınları’
22 Mayıs 2012 Salı
İslam ve Modernite Bir Arada Bulunamaz.
...... İslam modernistleri bize bunu söylüyor işte… Ahiretinize yatırım yaparken dünyanızı kaybediyorsunuz diyorlar. İkisini dengeli götürmek lazım. Ama bu bizi hiçbir zaman modern Batılı’nın geldiği seviyeye getirmez. Yani düşünün Müslüman’sınız, zenginsiniz, sermaye sahibisiniz ve İslam sizi infaka öyle bir teşvik ediyorki bir anda gözünüzü yumup bütün servetinizi tasadduk edebilmenizi istiyor. Hz. Ebubekir’i Hz. Osman’ı düşünün…
Bu örnek insan tipini batıda da doğuda da göremezsiniz. Oysa bugün dünyada ayakta kalmak için sermayenizi korumakla bile yetinemezsiniz, durmadan büyümek zorundasınız. İşte o yüzden en başında söylediğim gibi İslam ve modernite bir arada bulunamaz. İslam’da isâr diye bir kavram var; ilk önce kardeşini kendine tercihi teşvik ediyor. Bu aslında infak ve tasaddukun zirvesidir. Müslüman yarınını düşünerek hareket eden insan değildir
16 Mayıs 2012 Çarşamba
Şii Yayılmacılığı
İran bir taraftan bölgede inisiyatif ve etki alanını genişletmeye dönük politikalar izlerken, diğer yandan kadim ve genetik Sünni düşmanlığı refleksiyle Şii karakterli yayılmacı politika dip dalga halinde ilerliyor. Oysa düz mantıkla bakınca bölge ve dünya ölçeğinde İran’ın İslam Dünyası’nın desteğine ciddi biçimde ihtiyacı var. Hal böyleyken “mezhep ihracı” faaliyetinin hız kesmeden, hatta ivme kazanarak devam etmesi ilk bakışta çelişki gibi görünüyor.
Ancak mesele oldukça basit: İran, daha doğrusu Şia, İslam Dünyası’nda “kendisi olarak” varlığını ancak izole bir şekilde devam ettirebilir. Tarihî tecrübe de, bugünün gerçekleri de bunun böyle olduğunu gösteriyor. Buna mukabil küresel güçlere karşı “tek başına” direnme, hatta “kafa tutma” görüntüsü Şiilik propagandası eşliğinde yürütüldüğü zaman hem siyasî ve stratejik hem de mezhebi ve kültürel sahalarda aynı anda ilerleme kaydetmek mümkün hale geliyor. Sokaktaki insanın algısına hitap eden tek cümlelik netice şu oluyor: “Küresel hegemonyaya İslam adına direnmenin adresi İran’dır ve İran bunu sahip olduğu Şii arka plana borçlu.”
İzleyebildiğim kadarıyla tek bir uydu kanalında 20 civarında Şiilik propagandası yapan televizyon var. İzleyemediklerim de hesaba katılarak düşünüldüğünde rakamın ikiye-üçe katlanacağında şüphe yok. “Ne var bu kanallarda?” diye baktığınızda, 24 saat fasılasız Şiilik propagandası var. Bütün mesaisini Sünnîlik tenkidine sarf eden, bu sahada özel olarak yetiştirildiği anlaşılan kişiler, Sünnî kaynakları didik didik ederek işlerine geleceğini düşündükleri malzemeyi titiz bir şekilde cımbızlayıp seyirciye sunuyorlar.
Son örneklerden biri el-Fâhişe li’l-Vechi’l-Âhar li Âişe isimli paçavra. Televizyon kanallarında ve internette bu eserin yazarı tarafından Sünnî gençlerin beynine boca edilen yığınla tezvirat var. En hafifi, Hz. Aişe (r.anha) validemizin Efendimiz (s.a.v)’e taammüden eziyet ettiği bühtanı! Ağır ithamları zikretmeye ise dilim varmıyor; kitabın adı zaten muhtevasını yeterince ele veriyor. Elbette bu sadece örnek. Bunun gibi onlarcası tedavülde… (Ehl-i Beyt maskesi altında Şia’nın tezviratının önünü açanlar zil takıp oynasınlar…)
.......
.......
11 Mayıs 2012 Cuma
Kabirler Üzerine Türbe Yapmak
....
“Ulemamızdan bazı şarihler şöyle demiştir: “Selef, insanlar ziyaret ve içinde oturarak istirahat etsin diye meşhur ulema ve meşayıhın kabirlerinin üstüne bina yapılmasının mübah olduğunu söylemiştir…”
“Ulemamızdan bazı şarihler şöyle demiştir: “Selef, insanlar ziyaret ve içinde oturarak istirahat etsin diye meşhur ulema ve meşayıhın kabirlerinin üstüne bina yapılmasının mübah olduğunu söylemiştir…”
Kabirler üzerine yazı yazmanın, bina yapmanın hükmü konusunda ulema arasında ittifak bulunmadığını, hükmün maksada göre değiştiğini önceki yazılarda görmüş olduk.
Son bir mülahazayla konu hakkında söyleyeceklerimi sonlandırayım: Kabirler üzerine bina yapma meselesini, günümüzde iki noktadan geçmişten farklı olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum:
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, birey ve toplumların kabirdekilerle irtibatının önem arz ettiğini kimse inkâr edemez. Modern hayatta Müslüman birey ve toplum, kendisini, toprağın üstündeki hayattan daha çok toprağın altındaki hayatla Rabbine yakın hissediyor. Zira toprağın üstündeki hayat insanı Allah’tan uzaklaştırırken, toprağın altındaki hayat kişiyi Allah’a yaklaştırıyor.
Bir büyük velinin, bir amil âlimin, bir salih kişinin, bu dine hizmet etmiş bir tarihî şahsiyetin kabrini ziyaret etmenin ruhta oluşturacağı tedai, belki onlarca va’z-u nasihattan daha tesirli olur. Hepimiz bunu bir şekilde tecrübe etmişizdir. Dolayısıyla bunu garipsemek de, inkâr etmek de mümkün değil.
Öyleyse Allah ve Resulü’nün sevdiği, tarihimize silinmez izler bırakmış, İslamlığa ve insanlığa utulmaz hizmetler yapmış büyük zatların kabirlerinin kaybolması onlar için değil, ama bizim için büyük kayıp olacaktır. Kabirlerinin üzerine türbe yaparak onları öldükten sonra dahi hayatımıza aktif olarak katmanın, öldükten sonra dahi onların örnekliğinden, önderliğinden istifade etmenin, özellikle bizi sürekli ahireti olmayan bir dünya gayyasına çeken bu modern tuğyan ortamında çok farklı bir önem arz ettiği izahtan varestedir.
Kabirler üzerine türbe yapma uygulamasının bir de böyle bir açıdan değerlendirilmesinde büyük fayda var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)