Bir gecemi heba ettim Abdülaziz Bayındır’ın videolarını izleyeceğim diye. Hâsılası şu:
Abdülaziz Bayındır size diyor ki: Bu
ümmet, Allah’ın dinini tahrif etmek için yapılabilecek her şeyi yapmış:
Başta Kur’an olmak üzere eline geçirdiği her şeyi alt üst etmiş.
Sözlükleri bile tahrif etmiş bir ümmetle karşı karşıyayız. Hadisler,
Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf… “Din” denince aklınıza gelen her ne varsa
dejenere edilmiş, bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış. Allah size
Abdülaziz Bayındır’ı göndermeseymiş haliniz harapmış yani!
İşin şakası bir yana, tam bir “patolojik
vaka” ile karşı karşıyayız. Böyle bir zihin ve ruh durumundaki birinin
sadece başkalarına değil, kendine de zarar verebileceğini gözden ırak
tutmamalı.
Abdülaziz Bayındır, kullarının ne
yapacağından habersiz bir tanrıya inanıyor! Abdülaziz Bayındır yarın ne
yapacağını biliyor, ama tanrısı bilmiyor!
Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı,
yapacaklarını “takdir” etmekten aciz; o, “karar veren” bir tanrı.
Malumdur ki her “karar”ın öncesinde bir “kararsızlık” süreci vardır. O
mu olsun, bu mu olsun der, sonra seçeneklerden birine karar verirsiniz.
İşte Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı da tam böyle yapıyor!
....
Sözün kısası, ulemamızın
“şehvetu’z-zuhûr” dediği psikoloji, ahir zamanda pek çok kimsenin
benliğini esir almış durumda. Bir insan kendisini, ulemaya muhalefet
edecek yetkinlikte görebilir; onların verdiği hükümleri tartışma
mevkiinde olduğunu düşünebilir. Bu başka şeydir; ait olduğu tarihi,
medeniyeti, müktesebatı, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi tahrif
etmeye, kırıp dökmeye yeltenmek başka şeydir.
Bu ümmetin ilmî müktesebatı Abdülaziz
Bayındır gibilerinin ifrazatlarıyla yıkılacak olsaydı, müsteşriklerin
yüzlerce yıllık çabası arzu ettikleri neticeyi verirdi. O müktesebat
adına değil, ama Abdülaziz Bayındır’ın bu kör gidişle kafasını nereye
çarpacağı konusunda endişe edilse yeridir…