"Beni gören veya beni göreni gören Müslümana ateş değmez." (Tirmizi)
"Benim ashabıma sebbetmeyin (aleyhlerinde konuşup karalamayın, sövmeyin). Zira sizlerden biri Uhud dağı kadar altın infak etse dahi (onun bu infakı) onlardan birinin infak ettiği bir avuca hatta bir avucun yarısına dahi denk gelmez." (Buhari - Müslim)
"Ashabım konusunda Allah'tan korkunuz, Allah'tan korkunuz. Benden sonra onları hedef seçmeyiniz, zira onları seven beni sevdiğinden dolayı sever. Onlara buğz eden (kin besleyen), onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de Allah'a eziyet etmiş olur. Allah'ınsa kendine eziyet edeni yaka - paça etmesi (cezalandırması) yakındır." (Tirmizi, İbnu Hibban)
"Ümmetimin en hayırlısı benim kuşağımdır (sahabe), sonra benim kuşağımı takip eden kuşak (tabiin) sonra da onları takip eden kuşak (etba-i tabiin)tır" (Buhari, Müslim)
"Benim ashabıma sövenleri gördüğünüz zaman onlara Allah'ın laneti sizin en şerliniz üzerine olsun deyiniz." (Tirmizi, el-Hatibu'l-Bağdadi) Kaynak
MUHAMMED ZÂHİD el-Kevserî’nin Makâlât’ında “Selef'in nasslardan anladığı neyse, anlaşılması gereken odur” ibâresinin geçtiğini okumuştum bir yazıda…
Bir anlamda bu, nassların keyfî yorumlanmasının önüne geçmenin ve Hak Din’i, önceki örneklerde görüldüğü türden tahrip ve tahriflerden mâsun kılabilmenin en önemli vesilelerinden biriydi.
Ebubekir Sifil Hoca’nın fevkalâde yerinde teşhisiyle, şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm bid’at fırkalar kendilerini Kur’an’la refere ediyorlardı.
O halde, şimdilerde terviç edildiği gibi, Din’i sadece Kur’an’ın ne söylediğine indirgediğinizde, ortaya türlü türlü Kur’an telakkileri çıkması gayet doğaldı. Her görüş kendisini Kur’an üzerinden ifadelendirse de, zihnimize zerk edilen, Kur’an’ın ne dediğinden/demek istediğinden çok, okuyanın ondan ne anladığı olmaktaydı.
İşte tam da bu nedenle mezhep imamları ittifakla, Kur’an’la birlikte Sünnet, İcmâ’ ve Kıyas gibi üç önemli unsuru şer’î deliller arasında zikretmişlerdi. (1)
Bugün ise selefin nasslardan anladığı ve aktardığı birikime dudak büken, evvelki âlimlerin müktesebat ve tetebbuatını hafife alan ve öncekilerin dini çoğu noktada yanlış anladığını imâ eden genellemeler yapan ‘türedi’ bir makule zuhur etti.
Bir rivâyette (rivâyet, yanlış aklımda kalmadıysa Tirmizî’de Fiten bâbında geçiyor) Efendimiz (s.a.v), “Öyle bir zaman gelecek ki, bu ümmetin âhiri, evveline lânet edecek” buyuruyor.
Modern İslâm düşüncesi üzerinde yüzeysel bir okuma yapmak bile, mezkûr rivâyetin haklılığını göstermeye yetecektir.
Ehil insanların yaptığı çalışmalara bir sözümüz olamaz, onları ancak şükranla yâd ederiz. Bu çalışmaların Kur'an'ın anlaşılmasına hizmet ettiğine de kuşku yok. Az sayıdaki bu çalışmalar, bu yazının tenkit oklarından münezzehtir, böyle biline.
Coğrafyamızda bu kadar talep mi var ki, bu kadar meal yapılmıştır? Ortada bu kadar meal var iken hâlâ yeni tercüme çalışmalarının yapılması ise, sizce de manidar değil midir? Kur'an tercümesinin çok çetin bir iş olmasına rağmen en kolay faaliyet alanına dönüşmüş olması, insana “Pes!” dedirtiyor. Bir meal çalışması ihtiyaca binâen yapılır.
Soruyorum, 200 civarındaki meal hangi ihtiyaca binâen yapıldı? Bir anekdotumu paylaşayım.
Kur'an tercümesinin ne kadar ayaklara düşürüldüğünü izah sadedinde. Bir defasında bir ilahiyat fakültemize ziyarete gitmiş, bir hocanın ofisinde ağırlanmıştım. Masanın üzerinde açık olan 4-5 farklı meal çalışması vardı. Ev sahibimiz, başka bir arkadaşıyla beraber Kur'an tercümesi yapıyordu. Önce tercümesi yapılacak âyetin orjinal metni tilâvet ediliyor, sonra da masa üzerindeki mealler sırasıyla okunuyordu. O meallerden hangisi onların algı dünyasındaki anlama yakın geliyor ise, onu tercih edip kendi meallerine alıyorlardı. Bazen masadaki tercümeleri birleştirip kendi orjinal tercümelerini oluşturuyorlardı!.. Kes, yapıştır ameliyesi anlayacağınız...
Müslümanların ortak mukaddesatına taalluk ettiğinden, ortada; dinî, içtimaî ve ilmî anlamda büyük bir sorumluluğun olduğu, meal işine soyunanların âzade olmadıkları izahtan vârestedir.
Çünkü sıradan vatandaşlar okuduğu meali Allah'ın mesajı diye anlıyor, öyle kabul ediyor. Başka hiçbir dilde olmadığı kadar bizdeki meal çalışmalarını tetikleyen sâik nedir acaba? Kur'an'ın en çok okunan kitap olması yönü mü? Yani işin maddi getirisi ya da şöhret kısmı mı? Yoksa Kur'an'a hizmet aşkı mı? Hüsnü zanda bulunarak hizmet aşkının belirleyici olduğunu kabul ediyorum. Vahye hizmet aşkı ise, yapılan çalışmalarda titizliği maksimum düzeyde tutmayı... Ehil olmayanları ise, muhabbet besledikleri ilahî mesaja zarar vermemelerini ve meal gibi uhrevî sorumluluğu yüksek olan işe soyunmamalarını elzem kılar.