Selim Akduman: Hocam Kültür Emperyalizmi tepeden inme olmadı. Bir şekilde bir sistem uygulandı. Ve bu da sizin de dediğiniz gibi kavramlar üzerinden gerçekleştirildi. Sizce İslam dünyasında en çok yıpratılan ya da ortadan kaldırılan kavramlar nedir?
Ebubekir Sifil: Böyle bir tespit yapmak aldatıcı olur. Çünkü bizim dünyamızı şekillendiren pek çok temel hayati kavram var. Bu temel hayati kavramların hemen her birinde bir operasyon yaşadık. Başta kendi kaynaklarımız olmak üzere yani biz Kur’ân’la Sünnet’le irtibatımızı temin eden sahih zeminleri terk edip, onun yerine batıdan devşirme kavramları kullanmaya başladık. Mesela bunlardan çok önemlisi ‘Tarihsellik’tir. Gerek Kur’ân gerekse Sünnet bağlamında bu kavramı çok kullanır hale geldik. Kur’ân’daki bazı ayetlerin, Sünnet’teki bazı uygulamaların tarihsel olduğunu söylemeye başladık. Nedir bu? “Sadece indiği dönemdeki toplumu bağlar bizi bağlamaz.”
Selim Akduman: Bu düşünce insanı küfre sokar mı?
Ebubekir Sifil: Evet sokar. Yani Çerçevesi tam olarak ortaya çıktığında, Tarihsellik temelli fikrinin çerçevesi tam olarak ortaya çıktığında bunun ucu küfre varan bir şey olduğunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz.
“O dönemi bağlar bizi bağlamaz” demek; Allah Teâlâ’nın o topluma münhasır bir hüküm gönderdiğini, bu ilahi hükmün bizi bağlamayacağını söylemek; bir isyandır, başkaldırmadır, tuğyandır. Dolayısı ile ucu küfre kadar çıkabilir. İşte bunun gibi hayatımızı yönlendiren pek çok kavram var. Biz bu kavramlar üzerinden dinle irtibatımızı kuruyoruz. Sokakta konuşan iki kişiye kulak verdiğimizde herhangi bir İslami mesele konuşuluyor olsun. Birisi bir şey söylediğinde diğerinin verdiği tepki enteresan. “Bu Kur’ân’da var mı?” diyor. Şimdi bu bir bilinç durumunun ifadesidir. Bir şey münhasıran Kur’ân’da varsa kabule şayandır. Yoksa değildir. Bu da işte bir kültür emperyalizminin sonucudur. Neden? Çünkü az önce ifade etmeye çalıştım. Peygamber efendimizin Sünnet’iyle irtibatımız zedelendi. Sünnet’e güvenimiz kalmadı. Yani bizi kurtaracak olan Nuh’un Gemisi, Sünnet-i Seniyye. Ama biz onunla olan irtibatımızı bilinçli olarak zedeliyoruz. Ve sonra İslam’ı Kur’an’a tabiri caizse hapsediyoruz. İslam Kur’an’dan ibaret değildir.
Temelde/merkezde Kur’an var; ama O’nun yanında Efendimiz (s.a.v) buyurmuş, ‘Bana onun yanında O’nun gibisi veridi. O’nun misli verildi.’ Evet, Kur’ân’sız olmaz. Ama onun yanında onun misli var. Kur’ân’ın hayata açılımı var. Ete kemiğe bürünmüş hali var, O’da sünnet işte. Sünnet’le ilişkimiz irtibatımız zedelendiği için karşımızdaki kişi konuştuğunda “bu Kur’an’da var mı?” diyoruz. Varsa kabul edeceğiz, yoksa reddedeceğiz.
Bu bizim doğrudan itikadımıza yansıdı. Sünnet’le sabit olmuş pek çok itikadi umdeyi, unsuru kolayca reddedecek hale geldik. Bakın şimdi, kabir azabı, kıyamet alametleri, Hz. İsa’nın nüzulü, Deccal, sırat, mizan, şefaat, Allah Teâlâ’nın kıyamette gözle görülmesi gibi hususlar bizim Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikat kitaplarında eskiden beri zikredilir. Ve bunun istisnası yoktur. Bir insan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına mensupsa bunların hepsine inanır. Fakat son zamanlarda Sünnet konusunda beynimize sokulan virüsler marifetiyle biz bunları inkâr eder hale geldik. Tamamı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder