24 Aralık 2011 Cumartesi

Tefsir Piyasası

Blue DropsGeçtiğimiz günlerden birinde belediye otobüsüyle Daru'l-Hikme'ye giderken bir genç bir süre yüzüme dikkatli dikkatli baktıktan sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti:
Afedersiniz, bir şey sorabilir miyim?
Tabi, buyurun.
Ünlü biri misiniz?
Değilim. Olsaydım böyle sormazdınız.
Sizi birine benzettim de.
Ebubekir bey misiniz?
Evet.
Sizin Mustafa İslamoğlu'na yazdığınız bir tenkit yazısını okumuştum.
Öyle mi!
Afedersiniz ama, fazla acımasız değil misiniz? Sorum biraz fazla mı "bodoslama" oldu?
Sorunuzun bodoslama olması önemli değil. Benim niçin "acımasız" olduğumu düşünüyorsunuz?
Eleştirirken sanki hiç olumlu tarafı yokmuş gibi davranıyor, küçük bir hatayı bile abartarak tenkit ediyorsunuz.
İslamoğlu bu ümmetin gelmiş geçmiş alimlerini, fakihlerini, müfessir ve muhaddislerini olmadık işlerle itham ederken "acımasız" olmuyor da, ben onun bu tutumunu eleştirirken niçin "acımasız" oluyorum?
İslamoğlu sizce ne yapmak istiyor?
Bilemem. Ben niyet okuyucusu değilim. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Haddini aşan bir gidişi var.
Nasıl yani?
İnsan bir tutum belirlemeden önce şöyle sağına-soluna bir bakar. Bu Ümmetin alimi/uleması ne demiş, nasıl davranmış bir inceler değil mi? Kur'an konusunda konuşmak insanlara cazip gelir; hele kelimelerle oynamak, etimolojiden, bağlamdan hareketle kimsenin söylemediği şeyler söylemek söyleme bir çekicilik kazandırır. Ama bu söylemin sahibini nereye götüreceğini de düşünmek gerekir. İslamoğlu ehil olmadığı, gerekli müktesebatı edinmediği hususlarda çalakalem yazıyor/konuşuyor; bu sebeple de çok ve azim hatalar yapıyor.
Ben de sizin yazdıklarınızda hatalar bulmuştum.
Mesela?
Evde, notlar halinde duruyor.
Sizden özellikle rica ediyorum, aldığınız o notları mutlaka bana iletin. Mail adresim Gazete'de, sitede mevcut. Lütfen ihmal etmeyin ki, nerelerde yanlış yapmışsam gözden geçirip düzelteyim; size de dua edeyim.
Sözün burasına geldiğimizde otobüsümüz de ineceğim durağa gelmişti. Veda edip indim.
Gerçekten de Kur'an'ın tefsirini yapmak, ulemanın ancak kemal döneminde girişmeyi göze aldığı pek ağır bir faaliyettir. Yukarıda naklettiğim anekdot İslamoğlu merkezli olmasına rağmen, hayli yaygın bir tavrın yansıması aslında. Son zamanlarda adeta herkes müfessir oldu, televizyon ekranlarında, internette Kur'an hakkında ahkâm kesen, bin yılı aşkın müktesebatı dinleyici/izleyici nezdinde bir anda sıfıra indiren cümleler kuran mebzul miktarda "müfessir taslağı" var. Ne niyetle hareket ettiklerini Allah bilir; ama işledikleri cürmün "cinayet"ten farkı yok...
Ümmet nezdinde sahip olduğu şöhret ve itibarın bir yönden sebebi, bir yönden de sonucu olarak bir ciltten, aslının hacmini birkaç katı aşacak hacme kadar üzerine en az 50 civarında haşiye, ta'lik ve ihtisar çalışması yapılmış bulunan Envâru't-Tenzîl adlı eserin müellifi Kadı Beydâvî, Tefsir ilmini ilimlerin en yücesi olarak nitelendirdikten sonra şöyle der: "Bu alanda söz söylemek için ileri atılmak, usulüyle-füruuyla bütün dinî ilimlerde maharet, dil ve edebiyat alanlarında üstün bir seviye kesbetmiş olanlardan başkasının işi değildir..."
Bir işi "iyi niyetle" yapmak "meşruiyet" için kesinlikle yeterli değildir; onu "olması gerektiği gibi" yapmak, kaidesine-kuralına uygun bir şekilde icra etmek de şarttır. Aksi halde sadece yapılan iş -amel-i salih olması şöyle dursun- "gayri meşru" olur; yerine göre sahibine vebal de getirir. Hatta eğer iş Ümmeti ilgilendiren boyutlara sahipse, yanlışa sevk ettiği insanların vebalinin bir misli de o işin failine yüklenir. Rabbim rüşdümüzü ilham etsin...
Alıntı

15 Aralık 2011 Perşembe

HATIRLATMALAR-3


powder drop into Blue Lake
"ANLAMA PROBLEMİ"NDEN MÜŞTEKİ BİR YAZARA

3. el-Hesyemî'nin Mecmau'z-Zevâid'inin ne maksatla tasnif edilmiş nasıl bir eser olduğunu, Hadis sahasıyla az-çok iştigal etmiş herkes bilir. Ahmed b. Hanbel, Ebû Ya'lâ ve el-Bezzâr'ın Müsned'leri ile et-Taberânî'nin üç Mu'cem'inde bulunup da Kütüb-i Sitte'de yer almayan rivayetleri bir araya toplamak maksadıyla oluşturulan ve "zevâid" literatürüne şüphesiz en muazzam katkıyı yapmış bulunan bu eseri, "rivayet adına eline geçen her şeyi içine alan" diye nitelendiren İslamoğlu (Üç Muhammed, 94) bunun tek istisnası olsa gerektir.
Ne ki burada üzerinde duracağım asıl nokta bu değil. Çünkü İslamoğlu'nun, bu eserde el-Heysemî'nin bir senet hakkındaki değerlendirmesini aktarırken yaptığı tercüme hatası, Mecmau'z-Zevâid hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanan mezkûr değerlendirmeyi gölgede bırakacak nitelikte.
el-Heysemî, bu eserinde (VIII, 270) zikrettiği bir et-Taberânî rivayetinin senedi hakkında –adeti olduğu üzere– kısa bir değerlendirme yapmış ve "Ve lem era fî isnâdihî men ucmi'a alâ da'fihî" demiş.
İslamoğlu bu cümleyi şöyle çevirmiş: "Zaafı üzerinde sözbirliği dışında isnadı hakkında bir şey görmedim." (Üç Muhammed, 95) Buradan anlaşılan şu: el-Heysemî'nin bahse konu isnadın durumu hakkında ulaşabildiği yegâne bilgi, cerh-ta'dil otoritelerinin, bu isnadın zayıf olduğu noktasındaki ittifakıdır.
Oysa yukarıda okunuşunu verdiğim orijinal ifadenin doğru çevirisi şöyle olmalıdır: "Bu rivayetin isnadında, zayıflığı konusunda görüş birliği edilmiş bir kimse görmedim."
el-Heysemî'nin bu değerlendirmesi, hadisin senedindeki ravilerden birkaçı hakkında birtakım cerh ifadeleri olsa da, konunun otoritelerinin bu noktada görüş birliği halinde olmadığını belirtmekle, bir anlamda hadisi "tahsin"e yönelik iken, İslamoğlu'nun tercümesi, görüldüğü gibi durumu tersine çevirmiştir.
4. "Hadislerin Tekrarsız Kaç Adet Olduğuna Dair Görüşler başlığı altında İslamoğlu şöyle diyor: "1 İbn Hacer, en-Nüket ala İbni's-Salah'da der ki (s.992): Ebu Cafer Muhammed b. Hüseyin el-Bağdadi kendisine ait et-Temyiz adlı kitapta Şu'be, es-Sevrî, Yahya b. Said el-Kattan, İbnu'l-Mehdi ve Ahmet b. Hanbel'den aktarır: Rasulullah'a isnat edilen hadislerin tamamının sayısı (yani tekrarsız, sahih olarak) 404.000'dir..." (Üç Muhammed, 196)
Oysa İbn Hacer'in burada zikrettiği rakam 4.400 (dörtbin dörtyüz)'dür.
"Ebu Davud, İbn Mübarek'ten: Nebi'den nakledilen sünnetlerin tamamı yaklaşık 900 hadistir. Kendisine "Ebu Yusuf 1.100'dür diyor?" diye soruldu. İbn Mübarek şöyle cevap verdi: "Ebu Yusuf, şuradan başlar, zayıf hadisin de içinde olduğu şuraya kadar alır" dedi..." (Üç Muhammed, 196-7)
Son cümlenin doğru çevirisi şöyle olmalı: "Ebu Yusuf zayıf hadis türünden o belalı rivayetleri şuradan buradan alır (kaynağına dikkat etmez)." (el-Kevserî merhum, Risâletu Ebî Dâvûd'un bir diğer yazma nüshasında bu ifadenin şöyle yer aldığını belirtir: "Ebu Yusuf o belalı rivayetleri şuradan buradan alır. İbnu'l-Mübârek bu sözüyle zayıf hadisleri kasdetmiştir.")
(Ebû Dâvûd'un İbnu'l-Mübârek'ten aktardığı bu ifade üzerinde gerekirse daha sonra dururuz.) 



Kuran'a Bizzat Başvurmak

Rain on a windshield
E.M.: Kuran'a bizzat başvurmak, adeta alimlerin ve ariflerin varlığını reddetmek, bir nevi İslam'ı protestanlaştırmak mıdır? Bunu nasıl anlamalıyız?

E.S.: Kur'an'a bizzat başvurmak, sadece alimlerin, ariflerin varlığını reddetmekle değil, bütün bir İslamî anlayış ve birikimi reddetmekle eşanlamlıdır. Meselenin "Kur'an'ı anlama çabası" gibi masum söylemlerle perdeleniyor olması kimseyi aldatmamalı. Zira bu tavır bir "farklılık arayışı"nın, daha doğrusu "farklı din arayışı"nın ürünüdür. Sahabe'den bize intikal eden İslam, Kur'an'a bizzat başvurma ihtiyacı hisseden çevreleri rahatsız ediyor. Farklı, yeni ve "çağa uygun" bir din arayışı peşindeler. Bunu bulabilirler mi? Teorik olarak evet. Ama buldukları o şeyin "İslam" olma şansı yok.
Herkesin kendi heva ve hevesleri doğrultusunda hüküm koyacağı "ben böyle anlıyorum" demenin hazzını tepe tepe yaşayacağı bir ortam arayışı var. Allah Teala'nın muradını yakalamanın peşinde olmakla çağdaş değerlerle çatışma teşkil etmeyen bir din peşinde olmak arasındaki fark, İslam'a teslim olmakla İslam'ı teslim almak arasındaki fark kadardır.

Tamamı

17 Kasım 2011 Perşembe

Her bidat bir sünneti yok eder

just pretty in aqua........ {explored for 2/5}

“Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurmuşlardır ki: ‘Peygamberlerinden sonra dinlerinde bid’at uyduran her ümmet, sünnetten de o bid’at kadar bir sünneti zayi etmiş olur.’ (Et-Tergîb ve’t-Terhîb Trc, 1:109)

Sünnet-i Seniyye hayatın her alanını kuşattığı için bir bid'atin ihdas edilmesi bir sünnetin yerini almaktadır. Dolayısıyla her bid'at bir sünneti kaldırmaktadır.

Sünnetin titizlikle korunmasını isteyen ve Hicrî 1000’inci yılda yaşayan İmam Rabbânî bid’atlere karşı mücadele etmeyi dile getirirken şöyle der:

“En bahtiyar odur ki, İslâm’ın ve Müslümanların garip düştüğü bir zamanda terk ve ihmal edilmiş sünnetlerden birisini ihya edip yaygın olan bid’atlerden birisini yok edip kaldıran insandır. Şimdi öyle bir zaman ki, Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem gönderileli bin seneyi geçmiştir, kıyamet alametleri de teker teker çıkmaya başlamıştır. Resûlullah’ın (a.s.m.) Saadet Asrından uzaklaştıkça sünnetler perdelenmiş, bid’atler yalan illetinin yaygınlaşmasıyla çoğalmıştır. Şimdi öyle bir mücahide ihtiyaç vardır ki, sünnetleri ihya etsin, bid’atleri kaldırsın. Çünkü bid’atlerin revaç bulması dinin tahribine sebep olur.” (Mektubat, 1:34-35)

Şâtıbî gibi bid’atin seyyie ve hasene şeklinde tasnif edilmesine şiddetle karşı çıkan İmam Rabbânî, itirazını şu şekilde dile getirir:

“Eski âlimler bid’atlerin bazı güzel taraflarını görmüş olacaklar ki, bazı bid’atlere ‘hasene’ (iyi) bid’at ismini vermişlerdir. Fakat bu fakir, bu meselede onlara uymuyorum. Bid’atlerden hiçbirisine ‘hasene’ diyemem. Bid’atlerde karanlık ve bulanıklıktan başka birşey göremiyorum. Çünkü Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ‘Bütün bid’atler dalalettir’ buyurmuştur. İslâm’ın garip olduğu ve zayıfladığı bir zamanda kurtuluş ancak ve ancak sünnete uymakta, felaket de nasıl olursa olsun bir bid’ate sarılmaktadır

“Sonradan çıkan herşey bid’at ve her bid’at dalalet olursa, nasıl olur da bid’atte güzellik olur. Hadis-i şeriflerde buyurulduğu gibi, icat edilen her bid’at bir sünneti kaldırmaktadır. Bu husus bazı bid’atlerle sınırlı değildir ve her bid’at seyyiedir.

“Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurmuşlardır ki: ‘Peygamberlerinden sonra dinlerinde bid’at uyduran her ümmet, sünnetten de o bid’at kadar bir sünneti zayi etmiş olur.’ (Et-Tergîb ve’t-Terhîb Trc, 1:109)

“Hassan bin Sabit’ten şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: ‘Bir topluluk dinlerinde bir bid’at icat ederse, Cenâb-ı Hak sünnetlerden bir sünneti o bid’at gibi çeker, çıkarır, onlardan uzaklaştırır da kıyamete kadar iade etmez.’” (Mektubat, 1:160).

27 Ağustos 2011 Cumartesi

HATIRLATMALAR-2

drops of sunlight"ANLAMA PROBLEMİ"NDEN MÜŞTEKİ BİR YAZARA

2. "İbn Teymiyye bu eserinde (es-Sârimu'l-Meslûl'de, E.S.) aynen şöyle der: "Kendi sesini Peygamber'in sesinden fazla yükselttiği sabit olan kimsenin, bundan dolayı, haberi olmadan küfre düşmesinden ve tüm yaptıklarının boşa çıkmasından korkulur." 'Bırakınız kendisinden yüksek sesle konuşan mü'mini, kendi canına kastedenleri dahi bağışlayan raûf ve rahîm bir peygamber, kendi adına verilmiş böylesi hükümleri görse ne derdi?' sorusu, bu türlü durumlarda sorulması gereken en doğru sorudur." (Üç Muhammed, 79)
İbn Teymiyye'nin –her ne kadar metne sadık kalınmamışsa da, anlamı aksettirdiğini söyleyebileceğimiz yukarıdaki çeviride yer alan– bu hükmü, "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın. Onunla konuşurken, birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" (49/el-Hucurât, 2) ayetine dayanır; bunu mezkûr kitabında da (59 vd.) açıkça belirtmiştir. Kur'an tefsiriyle de iştigal ettiğini bildiğimiz İslamoğlu bu ayetin mantuk ve mefhumu ve her tabakadaki müfessirlerin bu ayetten istinbat ettiği ahkâm hakkında ne düşünür bilemem, ama, eğer İbn Teymiyye'nin (ve mezkûr ayetten bu hükmü çıkaran diğer ulemanın) yaptığı "yadırgatıcı" ise, İslamoğlu'nun bu babda yaptığı "dudak uçuklatıcı"dır. Zira İbn Teymiyye'nin zikrettiği hüküm, bizzat ayetin hükmüdür.
Burada söz konusu olan, Hz. Peygamber (s.a.v)'le konuşurken O'nun sesini bastıracak tonda ve herhangi birine bağırır gibi bağırarak konuşmaktır. Kasıtlı yapıldığı zaman Hz. Peygamber (s.a.v)'e saygısızlık ve O'nu incitmek anlamına geleceği açıktır. Bu ayetin nüzul sebebini ve nüzulünden sonra Sahabe'nin nasıl hareket ettiğini görmek için rivayet tefsirlerine bakılabilir.
"Rasulullah'ın, etrafındakilerin çok daha saygısız davranışlarına nasıl dayandığına şu ünlü rivayeti örnek gösterebiliriz: "Uyeyne b. Hısn el-Fezari, kapıyı vurmadan ve haber vermeden Rasulullah'ın odasına dalıverdi. Rasulullah Hz. Aişe ile birlikte (ev hâli rahatlığında) oturuyorlardı. Adam, "O yanındaki kırmızı tenli (humeyra) de kim?" diye sordu. "Ebu Bekir kızı Aişedir" dedi. Uyeyne yüzü kızarmadan: "Ben sana ondan daha iyisini getireyim" teklifini yapınca Hz. Peygamber, "Ey Uyeyne, Allah bunu haram kıldı!" dedi." (Üç Muhammed, 79, dpnt. 129)
Eğer İslamoğlu'nun dediği gibi bu rivayet "ünlü" ise, ününü "problemli" oluşundan aldığı kesin. Gerek referans gösterdiği kaynaklarda, gerekse onu zikreden Hadis ve Rical kitaplarında bu rivayetin muhtelif varyantları hakkında söylenenleri tahkik ettiğinde bunu kendisi de teslim edecektir. Ancak bundan daha önemlisi İslamoğlu'nun, Efendimiz (s.a.v)'i, adeta kendisine karşı yapılan muamele ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin ve hangi kasıtla yapılırsa yapılsın daima sineye çeken, müsamaha gösteren ve karşılık vermeyen/verilmesini istemeyen bir konuma taşıma gayretidir. Evet, Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine farklı şekil ve tonlarda incitici muamelede bulunan kimselere bizzat ve fiilî olarak mukabale-i bi'l-misil'de bulunmamıştır; ancak İfk hadisesinde ve daha başka vesilelerle Abdullah b. Übeyy b. Selûl hakkındaki tavrı, Mekke'nin fethinden sonra 4'ü erkek, 2'si kadın 6 kişi hakkında ölüm emri vermesi ve es-Seyfu'l-Meslûl ile es-Sârimu'l-Meslûl'de toplu halde görülebilecek diğer örnekler, O'nun, bir yanağına vurana öbürünü çevirme anlayışını çağrıştıracak bir tavrın ısrarcısı olarak gösterilmesinin asla onaylanamayacağını ortaya koymaktadır.

26 Ağustos 2011 Cuma

HATIRLATMALAR-1

drops ANLAMA PROBLEMİ"NDEN MÜŞTEKİ BİR YAZARA


Bugünden başlayarak birkaç yazı halinde Mustafa İslamoğlu'nun, "anlama problemi" üzerine kurguladığı Üç Muhammed adlı çalışmasını konu edineceğim. Hemen belirteyim ki, okuyacaklarınız "book review" tarzı yazılar olmayacak. Zira mezkûr kitabın kurgusuyla, iddiasıyla ve ortaya koyduğu argümanlarla ilgilenecek o tarz bir yazı, takdir edersiniz ki bu köşenin sınırlarını hayli zorlayacaktır. Bu itibarla burada yapmayı tercih edeceğim şey, "anlama problemi"nin altını çizen İslamoğlu'nun bu kitabında göze çarpan "anlama problemleri" ile sınırlı bir "hatırlatma" olacak.
Anlaşıldığına göre İslamoğlu, kapağında sekizinci kere basıldığı ifade edilen bu kitabı yazdıktan sonra bir daha gözden geçirme ihtiyacı hissetmemiş. Değineceğim "anlama problemleri" konusunda iki şey söylenebilir: 1) İslamoğlu bu kitabı "alelacele" kaleme almıştır; bu sebeple bahse konu problemleri fark edememiştir. 2) İslamoğlu, bu kitapta söylediği her sözden, arkasında sonuna kadar duracak denli emindir. Bu şıklardan hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek.
Alâ külli hal, ben üzerime düşeni yapmış olmak bakımından, kendisine aşağıdaki hususları hatırlatmayı bir "ilim borcu" olarak görüyorum. Gerisine kendisi karar verecektir...
1. "İrfanî bilgi sistemi mensuplarının yukarıda yaptığı aşırı yüceltmeyi, İbn Teymiyye de mensubu olduğu beyan bilgi sisteminde yapmıştır. Her iki grup da tezlerini desteklemek için en şaibeli haberleri kullanmaktan kaçınmamışlardır. Aynen şu örnekte görüldüğü gibi: "Kim bir peygambere hakaret ederse o öldürülür. Kim onun sahabesine hakaret ederse derisi yüzülür." (Üç Muhammed, 79)
Diyelim ki İbn Teymiyye'nin, senedindeki Abdülazîz b. el-Hasen b. Zebâle sebebiyle bu rivayete temkinle baktığını anlatan sözleri İslamoğlu'nun dikkatinden kaçmıştır ve yine diyelim ki İbn Teymiyye, Peygamber'in sahabesine sövenin, bizzat Peygamber'e sövene verilecek cezadan çok daha ağırına çarptırılacağının söylenmesinde bir problem görmeyecek kadar bu işlerin yabancısıdır. (!) Muhal farz kaydıyla bunları anlayabiliriz. Benim anlamakta zorlandığım asıl nokta başka: İslamoğlu'nun, "celede" fiilinin meçhul formu olan "culide" kelimesine "derisi yüzülür" anlamını hangi lugattan onay alarak giydirdiği!
Eğer İbn Teymiyye (ve konuyla ilgili eser yazan Takiyyuddîn es-Sübkî gibi başkaları) tarafından bu rivayet –sağlam bir delil diye– kullanılmışsa (ki öyle olmadığı açık), onlar bakımından İslam Hukuku'nda "deri yüzmek" diye bir cezanın mevcut olup olmadığının İslamoğlu tarafından niçin merak edilmediği bir bahs-i diğer. Ama İbn Teymiyye'nin es-Sârimu'l-Meslûl'üne eli değmişken, bu eserin "Hükmü Men Sebbe Ehaden mine's-Sahâbe" başlıklı faslına (570 vd.) bir göz atarak, hatta herhangi bir lugate başvurarak "culide"nin "duribe" anlamında olduğunu tesbit etmek son derece kolayken, başına böyle bir sıkıntıyı açmakta bir sakınca görmemiş olması düşündürücü.
"Neticede söz konusu olan, uydurma veya zayıf bir rivayet. Dolayısıyla meseleyi büyütmeye değmez" diyenler çıkabilir. Ama ilmî emanet duygusu, uydurma da olsa herhangi bir rivayete "kafamıza göre" anlam vermemize engel olmalı, değil mi? Bu rivayeti istidlal için mi, istişhad için mi kullandığına bakmaksızın İbn Teymiyye ve diğer ulemayı, "böyle bir rivayete dayanarak insanların derisinin yüzülmesine hükmeden kimseler" olarak takdim etmiş olmanın vebali de işin cabası... 




30 Mayıs 2011 Pazartesi

Muhammed Esed Meali

drops of sunlightSoru: "(...) Ben yıllar evvel Yeni Şafak gazetesinin dağıtmış olduğu Muhammed Esed mealini aldım. Sonra duydum ki bir kaç yerde ehli sünnet dışı söylemler var. (Mucizenin inkarı gibi). Birkaç arkadaşla meseleyi tartıştık. Bir kısmı Esed'in önemli bir şahsiyet olduğunu söyledi. Bu konu hakkında bizi bilgilendirirseniz seviniriz."
Cevap
İtikadî noktada arızaları olan bir kimsenin bir yandan da "önemli" olarak nitelendirilmesi, neyi öne aldığımız ve önemsediğimiz sorusunu cevaplandırış tarzımıza göre değişecektir. Neye nasıl inanmamız gerektiği meselesinin önemini büyük ölçüde yitirdiği günümüzde başka hususların öncelenmesine şaşırmamalı...
Muhammed Esed'in kaleme almış olduğu, dilimize Kur'an Mesajı adıyla çevrilmiş olan mealde Ehl-i Sünnet'e aykırı yerler olduğu, gerçeği yansıtan bir tesbittir. Esed'in, mealinde Ehl-i Sünnet'i bid'at fırkalardan ayıran nesh, şefaat, kabir azabı... gibi hususlarda, hatta bid'at fırkaların dahi kabul ettiği nüzul-i İsa (a.s), cehennem hayatının ebedîliği gibi hususlara muhalif yorumlar ileri sürüp savunduğu bilinen bir husus.
Bu söylediğim hususlarla ilgili olarak şu ayetlere düştüğü notlara bakılabilir:
Kâfirler için cehennem azabının ebedî olmadığına dair: 78/en-Nebe', 23'e ve 40/el-Mü'min, 12'ye düştüğü notlar.
Şefaat inancı konusunda: 10/Yunus, 3'e düştüğü not.
Hz. İsa (a.s)'ın göğe kaldırılışı ve yeryüzüne tekrar gelişi konusundaki İslam inancına  aykırı yorumları için: 4/en-Nisa, 158'e ve 43/ez-Zuhruf, 61'e düştüğü notlara bakılabilir. Bu konuda kabir azabıyla ilgili ayetleri de inkâr doğrultusunda meallendirdiği görülen Esed, zaman zaman yaptığı bir şeyi burada da yapar ve 71/Nûh, 25. ayetinde kabir azabına hiç değinmez ve bu tavrını da ez-Zemahşerî'yle refere eder. Ancak ez-Zemahşerî, o yorumla birlikte kabir azabını da gündeme getirmiş ve ayetin ona da delalet edebileceğini belirtmiştir.1 Esed'in burada ez-Zemahşerî'nin bu görüşüne hiç değinmemesi dikkat çekicidir.
Modern zamanların en büyük fitnelerinden olan "Ehl-i Kitab'ın, Kur'an-ı Kerim'e ve Efendimiz (s.a.v)'e iman etmeden kurtuluşu elde edip cennete gideceği" inancını savunması da Esed'in üzerinde yürüdüğü çizginin mahiyeti konusunda yeterince açıklayıcıdır.
Esed'in, cinlerin ontolojik varlığıyla ilgili söyledikleri de dikkat çekicidir. Mealin sonuna koyduğu "ek"lerden birisini bu konuya tahsis ettiği malum. Orada söyledikleri dikkatli bir gözle tetkik edildiğinde Esed'in cinlerin varlığı konusunda çok da rahat olmadığı, muğlak birtakım ifadelerle meseleyi muallakta bırakmayı tercih ettiği görülmektedir. Bu konudaki bir yorumu için 6/En'am, 128'e düştüğü nota da bakılabilir.
Okuyucu sorusunda da belirtiliği gibi Esed'in bir diğer "farklı" yanı da Efendimiz (s.a.v)'e verilen mucizeleri inkârıdır. Örnek olarak 17/el-İsrâ, 59. ve 93. ayetlerine düştüğü notlara bakılabilir.
Burada kısaca ifade etmeye çalıştığım hususlar Esed'in "Ehl-i Sünnet çizgiye riayet" gibi bir hassasiyet taşımadığını, hatta yer yer hiçbir İslam fırkasının söylemediği şeyleri ortaya atıp savunduğunu göstermek için yeterli olsa gerektir.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Hazret-i Muâviye

 İmam-ı Malik rahimehullah diyor ki:

"Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem Eshabından birine, mesela Ebû Bekr'e veya Ömer'e veya Osman'a veya Mu’âviye'ye veya Amr ibni Âs'a radıyallahü anhüm söven ve onları kötüleyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kâfir oldular dedi ise, bu kimseyi öldürmelidir. Yok eğer başka bir ayıb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir."

Kaynak: İmam-ı Rabbâni, Mektubat 

31 Ocak 2011 Pazartesi

Sahabenin Fazileti 2


Eshabımın ismini işitince susun, şanlarına yakışmayan söz söylemeyin!  Taberani
Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın. Ebu Davud

Eshabımı seven, beni sevdiği için sever, sevmeyen de, beni sevmediği için sevmez.  Buhari

Eshab ve akrabamı sevip Peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünya ve ahirette zararlardan korur. Onları incitenlere de azap eder. Taberani

Eshabım arasında çıkacak fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine affeder, sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme gider. Müslim

Eshabıma dil uzatmakta Allah’tan korkun! Benden sonra onları kötü emellerinize alet etmeyin! Onları seven, beni sevdiği için sever. Beni sevmeyen de onları sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur. Bunun da cezası gecikmeden verilir. Buhari

Ensarı müminden başkası sevmez, münafıktan başkası da buğzetmez. Ensarı seveni Allah da sever, onlara buğzedene Allah da buğzeder. Buhari

Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez. İ. Süyuti

Kimi çıkıp, Eshabımı kötüleyecek. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır.Beyheki
Eshabımı kötüleyene Allah lanet etsin. Taberani, Beyheki, Hakim


Bunlara da göz atabilirsiniz

Blog Widget by LinkWithin