O zaman İstanbul'da bir
patrik vardı. Amerika'dan buraya reis-i cumhurun uçağıyla gelmişti.
İstanbul'da Fatih'in türbesi açıldığı zaman o da buradaydı. Türbenin
kapısı açılırken Rumca bir konuşma yaptı. Nureddin Topçu da Türkçe bir
konuşma yaptı.
Fazla kalabalık bir merasim değildi. 40 ya da 50 kişi
ancak vardı. Bu Patrik geldiğinde İstanbul müftülüğünü ziyaret etmiş.
Aradan bir müddet geçtikten sonra o zamanki İstanbul valisi Fahrettin
Kerim Gökay: "Efendi hazretleri, bir nezaket ziyareti arz etmez
misiniz?" diyor.
Ömer Nasuhi Efendi, "O bizim kapımıza gelmekle
mükelleftir. Ben onun kapısına gidemem. O bizim kapımızın zimmîsidir"
diyor. Aradan bir süre geçtikten sonra vali Gökay tekrar arıyor. Bu
arada, Fahreddin Kerim Gökay namazını kılardı. Ben bunu biliyorum. Abisi
sabah namazı için Fatih Camii'ne cemaate gelirdi. Mütedeyyin bir
kimseydi.
Bunlar Tatardır. Vali Gökay telefonda diyor ki: "Patrik bizi
ziyarete gelecek. Siz de teşrif etseniz de bir mülakat hâsıl olsa."
Ömer
Nasuhi Efendi, "İstanbul valisi olarak zat-ı âlînizi ziyarete gelirim.
Lakin resmî müftü kıyafetimle gelmemde bir mahzur var mıdır?" diyor.
Bakınız o mütevazı hocaefendi neyi düşünüyor… Vali, "Hayhay efendim,
tabii ki gelebilirsiniz" diyor.
Ömer Nasuhi Efendi, kayınpederime,
"Senin cübben güzel, iyi bir cübbe. Sen onu bana ver, sarığımı sararım. O
şekilde giderim" diyor. Nihayet görüşme zamanı geldiğinde Fikri
Efendi'yi (Aksoy) de yanına alarak valiliğe gidiyor. Valilikteki
görevlilere "Patrik geldi mi?" diyor. "Hayır, gelmedi" diyorlar.
"Öyleyse beni şu kenardaki odalardan birine alın. Patrik geldikten sonra
bana haber edersiniz" diyor. Patrik gelince kendisine haber veriliyor.
Patrik içeri girip oturduktan sonra Ömer Nasuhi Efendi kemal-i azamet ve
heybetiyle içeri giriyor. Patrik ayağa kalkmak mecburiyetinde kalıyor.
Patrikten önce girmesi durumunda bir Müslüman müftü olarak patriğin
önünde ayağa kalkma durumuna düşmemek için böyle yapıyor. İşte bizim
hocalarımız böyle insanlardı. Bir de şimdiye bakın. Bizim ağalar onların
kapısına kadar gidiyorlar ve Ramazan iftarı veriyorlar. Allah aşkına bu
nereden çıktı?! Kime ne iftarı veriyorsunuz? İftarla istihza mı
ediyoruz? İftar sofrası Allah'ın has kullarının ziyafet-i ilahiye
sofrasıdır.
Emin Saraç Hocaefendi
Tamamı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder