Cılızlığım
sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim. Bu husustaki
yalvarmalarım fayda vermedi. Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat
Merkez İlk Mektebi‘ne başladım. İslâm aleyhtarlığının en şiddetli bir
sûrette yürütüldüğü zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur’an Hocası’na
gitmiştim. Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden,
ancak bir hatim indirebildim.
İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi ‘nde bitirdim. O sene
kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti.
Babamsa beni okutmak istemiyordu. Bu sebeble devre arkadaşlarımdan
bazıları orta mektep tahsili için Trabzon’a gittikleri halde, babam beni
bir terzi yanına çırak olarak verdi. Fakat benim böyle bir işle vakit
geçirmeye hiç de niyetim yoktu. Bu bakımdan sık sık terzi dükkânından
kaçıyordum. O sıralarda başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak
üzere, ne bulursam okuyordum. O derece ki, her an elimde kitap
bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri
yanlış yapardım. Bir gün böyle bir halime kızan vâlidem
biriktirebilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır. Bu kadar
anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı.
Üç günlük bir
vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul’a ayak bastım. Her
taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş
yıldönümü imiş. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata’da karaya ayak
bastım. Bir müddet Edirnekapı’daki eniştemin yanında, bir müddet de
Fatih Sarıgüzel’deki babamın teyzesi yanında kaldım. Hukuk Fakültesi’ne
kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin
Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim.
Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücâdeleli
geçti. Bunun bir kısım tafsilâtını da yine “Geçmiş Günü Elerken” adlı
eserimde bulabilirsiniz.
Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer
taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için
uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı. Trabzon Liselerinden Yetişenler
Cemiyeti‘nin yurdundaki ikâmetim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını
yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes’elesini öğrenmemi intaç
eylemiştir. Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp
çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları “Vefa”, “Seyhan”, “Karadeniz”
ve “Yıldız” Talebe Yurdlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul
olmak için en müsâid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem
herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mâhud dönme Ahmed Emin Yalman o
tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş
yazı yazmıştır.
1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim. Sırasıyla Abdullah Sünusi
(1963) Fatıma Mehlika (1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz
oldu.
Tamamı
13 Kasım 2013 Çarşamba
19 Eylül 2013 Perşembe
22 Yaşında İdam Edilen İbrahim Ethem
Gerçekten de tarih ne için okutulur bu
ülkede? Birilerinin Altın Çağ kabul ettikleri 1920'leri, 1930'ları
kutsamak için mi? Hem bu kutsama ayini biraz fazla uzamadı mı sizce de?
...
İşte bugün size anlatacağım olay da kaderine terk edilmiş ve susturulmuş parçalarından birisidir tarihimizin. Henüz 20 yaşlarının başındaki bir ilim öğrencisi, bakın nasıl idam edilmiş ve daha da kötüsü, adı sanı nasıl unutturulmuş?
....
6 Temmuz günkü celsede mektup tekrar gündeme getirilir ve İbrahim Edhem'in, isyanın amil ve faillerinden olduğu gerekçesiyle idamına ittifakla karar verilir. Nihayet 7 Temmuz 1925 günü Urfa sıcaktan kavrulurken henüz 22 yaşında bir genç, darağacında son nefesini vermektedir. İşin garibi, her iki davasında da mahkeme başkanlığı yapanların kendilerinin, sonraki yıllarda yolsuzluktan ve Atatürk'e suikasttan yargılanmış olmalarıdır. Hem bu, Meclis'te herkesin gözü önünde Deli Halid Paşa'yı vuran Ali Çetinkaya'nın terfi ettirilerek İstiklal Mahkemesi'ne reis yapılması, yani hukukun bir katilin vicdanına teslim edilmesinin yanında hiç kalır.
Kaynak
...
İşte bugün size anlatacağım olay da kaderine terk edilmiş ve susturulmuş parçalarından birisidir tarihimizin. Henüz 20 yaşlarının başındaki bir ilim öğrencisi, bakın nasıl idam edilmiş ve daha da kötüsü, adı sanı nasıl unutturulmuş?
....
6 Temmuz günkü celsede mektup tekrar gündeme getirilir ve İbrahim Edhem'in, isyanın amil ve faillerinden olduğu gerekçesiyle idamına ittifakla karar verilir. Nihayet 7 Temmuz 1925 günü Urfa sıcaktan kavrulurken henüz 22 yaşında bir genç, darağacında son nefesini vermektedir. İşin garibi, her iki davasında da mahkeme başkanlığı yapanların kendilerinin, sonraki yıllarda yolsuzluktan ve Atatürk'e suikasttan yargılanmış olmalarıdır. Hem bu, Meclis'te herkesin gözü önünde Deli Halid Paşa'yı vuran Ali Çetinkaya'nın terfi ettirilerek İstiklal Mahkemesi'ne reis yapılması, yani hukukun bir katilin vicdanına teslim edilmesinin yanında hiç kalır.
Kaynak
20 Ağustos 2013 Salı
Hedef: 'İslâm'a karşı İslâm' ve Sünnî omurganın çökertilmesi
Önce şu: Mısır'daki tezgâh ve ardından gelen katliamlar, Mısır'daki
kuklaların eseri değildir: Ustalarının eseridir: Batılı haydutların.
Mısır'daki darbeyi Suudların desteklemesi, sadece görüntüyü kurtarmaktan ibarettir. Suudların ve petrodolar Arap kabile devletlerinin Mısır'daki darbeye destek vermelerinin gerisinde, Amerikalılar, Yahudiler ve İngilizler var.
Yapılmak istenen şey ne peki? Yapılmak istenen şeyi, şu soruları dikkate almadan anlayamayız:
Fransızlar, (siz bunu 'Almanlar' diye okuyun) Humeyni'nin elini kollunu sallaya sallaya İran'da devrim yapmasına neden göz yumdular sanıyorsunuz? Son çeyrek asırdan bu yana, Amerikalıların işgal ettiği, altüst ettiği Balkanlar'da, Kafkaslar'da ve Ortadoğu'da neden sadece iki ülkenin, İngiltere ile İran'ın önü açılıyor sanıyorsunuz ki?
Tamamı
Mısır'daki darbeyi Suudların desteklemesi, sadece görüntüyü kurtarmaktan ibarettir. Suudların ve petrodolar Arap kabile devletlerinin Mısır'daki darbeye destek vermelerinin gerisinde, Amerikalılar, Yahudiler ve İngilizler var.
Yapılmak istenen şey ne peki? Yapılmak istenen şeyi, şu soruları dikkate almadan anlayamayız:
Fransızlar, (siz bunu 'Almanlar' diye okuyun) Humeyni'nin elini kollunu sallaya sallaya İran'da devrim yapmasına neden göz yumdular sanıyorsunuz? Son çeyrek asırdan bu yana, Amerikalıların işgal ettiği, altüst ettiği Balkanlar'da, Kafkaslar'da ve Ortadoğu'da neden sadece iki ülkenin, İngiltere ile İran'ın önü açılıyor sanıyorsunuz ki?
Tamamı
20 Haziran 2013 Perşembe
Batı, İslâm’a Karşı Mücadelesinde Bu Üç Kuvveyi de Kullanmıştır
Bu
tahlili, daha geniş bir düzleme taşırsak: Vahyi reddeden seküler
hümanizme dayalı Batı uygarlığını ve Batının yerkürenin galibi durumuna
geldiği andan itibaren İslâm’a ve Müslümanlara karşı giriştiği üç küsur
asırlık mücadeleyi bu çerçevede analiz edersek:
Modern
Batı, İslâm’a karşı mücadelesinde bu üç kuvveyi de kullanmıştır. Bir
yandan, Allah’ın varlığını red ve inkâr eden ateistleri, öte yandan
Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte semavî dinleri, yani ilâhî
vahyi ve peygamberleri reddeden deistleriyle; ayrıca, Batının galip
konumundan istifadeyle arada Müslümanları İslâm’dan koparıp kendi
inancına döndüreceği umuduna kapılmış Hıristiyan misyonerleri ve hele ki
bütün akademik maskesine rağmen mü’minlerin aklına dinleri hakkında
türlü çeşit şüpheler düşürme ve mü’minleri birbirine düşürme gayretiyle
kuşanagelmiş koskoca bir oryantalistler ordusuyla; asırlardır Batı
İslâm’a karşı ‘kuvve-i akliye’ cihetinde bir mücadelenin içindedir, ama
bu mücadeleden galibiyet devşirmeyi bir türlü başaramamış haldedir.
Bilakis müntesiplerinin en zayıf durumda olduğu modern zamanlarda dahi
İslâm, en güçlü zamanında Batının içinden Hıristiyanlıktan veya deizmden
veya ateizmden kopup İslâm’a seçen milyonlarca muhtedi devşirmiş
haldedir.
19 Nisan 2013 Cuma
Hiçbir Dînî Kutlama Milâdî Takvime Göre Yapılmaz
Kutlu Doğum Haftası
Hiçbir dînî kutlama milâdî takvime göre yapılmaz.
O zaman biri de kalkar, ramazanı serin ve kısa günleri olan kışın bir ayına sabitlemek ister, nitekim istemiş bakın 26 nisan perşembe gününün yazısında Can Ataklı “Ramazan sabitlenemez, Kutlu Doğum Haftası sabitlenir” başlığıyla neler yazmış:
“İlk defa yazmıyorum, birkaç yıldır yazıp dikkat çekmeye çalışıyorum, ama malum koro hep tepki gösteriyor. Kutlu Doğum Haftası’nı kutluyoruz. Anlamı şu; diyanet 1989’da Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in doğum gününü mîlâdi takvime göre sabitledi ve bu kutlu günün bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti. Hazreti Muhammed’in doğum günü mîlâdi takvime uyarlanınca nisanın üçüncü haftasına denk geliyor.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra takvimde de değişiklik yapılmıştı ama dini günler bakımından kameri takvime uyuldu. Ramazan ya da Şeker Bayramı, Kurban Bayramı, bütün kandillerde olduğu gibi.
Birkaç kez asla dînî açıdan değil ama dinin de emri olan “Zamana göre yaşamı kolaylaştırma” ilkesinden hareketle Ramazan’ın mîlâdi takvime göre sabitlenebileceğini iyi niyetle yazmıştım. Kıyamet kopmuştu. Dini günlerde hicri takvim kullanılmasının esas olduğu, İslam’ı sulandırmaya kimsenin kalkamayacağı, dini bilmeyenlerin ahkâm kesmemesi gerektiğini söylemişlerdi.
Ama nedense Kutlu Doğum Haftası’nın miladi takvime uyarlanmasına kimse karşı çıkmıyor.Sâhi neden?”
İşte görüyor musunuz ileride bu iş başımızı ağrıtır, ayrıca bu nisan durmaz ki yarın receb, şaban, ramazan gibi aylara da denk gelecek, bu sefer millet Peygamberimiz recepte yâhut ramazanda doğmuş sanacak, bir de o hafta miraç, beraat ve kadir geceleri gibi kandile rastlarsa ki birkaç yıl sonra bunlar olacak, o zaman millet Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kadir gecesi felan doğduğunu sanacak.
Bir de birkaç yıl sonra mevlid kandili nisanın başına denk gelince seyreyle gümbürtüyü! Yâ hu din işlerinde yenilik çıkarmaya ne gerek var?! Osmanlı ecdadımızın 650 yıllık isabetli uygulamalarına uymak neyimize yetmiyor?! Benden söylemesi, yetkililere bu hususu ulaştırırsanız Rasûlüllâh(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)de sizden razı olur inşâallâh.
Tamamı
Hiçbir dînî kutlama milâdî takvime göre yapılmaz.
O zaman biri de kalkar, ramazanı serin ve kısa günleri olan kışın bir ayına sabitlemek ister, nitekim istemiş bakın 26 nisan perşembe gününün yazısında Can Ataklı “Ramazan sabitlenemez, Kutlu Doğum Haftası sabitlenir” başlığıyla neler yazmış:
“İlk defa yazmıyorum, birkaç yıldır yazıp dikkat çekmeye çalışıyorum, ama malum koro hep tepki gösteriyor. Kutlu Doğum Haftası’nı kutluyoruz. Anlamı şu; diyanet 1989’da Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in doğum gününü mîlâdi takvime göre sabitledi ve bu kutlu günün bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti. Hazreti Muhammed’in doğum günü mîlâdi takvime uyarlanınca nisanın üçüncü haftasına denk geliyor.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra takvimde de değişiklik yapılmıştı ama dini günler bakımından kameri takvime uyuldu. Ramazan ya da Şeker Bayramı, Kurban Bayramı, bütün kandillerde olduğu gibi.
Birkaç kez asla dînî açıdan değil ama dinin de emri olan “Zamana göre yaşamı kolaylaştırma” ilkesinden hareketle Ramazan’ın mîlâdi takvime göre sabitlenebileceğini iyi niyetle yazmıştım. Kıyamet kopmuştu. Dini günlerde hicri takvim kullanılmasının esas olduğu, İslam’ı sulandırmaya kimsenin kalkamayacağı, dini bilmeyenlerin ahkâm kesmemesi gerektiğini söylemişlerdi.
Ama nedense Kutlu Doğum Haftası’nın miladi takvime uyarlanmasına kimse karşı çıkmıyor.Sâhi neden?”
İşte görüyor musunuz ileride bu iş başımızı ağrıtır, ayrıca bu nisan durmaz ki yarın receb, şaban, ramazan gibi aylara da denk gelecek, bu sefer millet Peygamberimiz recepte yâhut ramazanda doğmuş sanacak, bir de o hafta miraç, beraat ve kadir geceleri gibi kandile rastlarsa ki birkaç yıl sonra bunlar olacak, o zaman millet Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kadir gecesi felan doğduğunu sanacak.
Bir de birkaç yıl sonra mevlid kandili nisanın başına denk gelince seyreyle gümbürtüyü! Yâ hu din işlerinde yenilik çıkarmaya ne gerek var?! Osmanlı ecdadımızın 650 yıllık isabetli uygulamalarına uymak neyimize yetmiyor?! Benden söylemesi, yetkililere bu hususu ulaştırırsanız Rasûlüllâh(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)de sizden razı olur inşâallâh.
Tamamı
7 Nisan 2013 Pazar
Kader
Bu hadîs-i şerîfte geçen “Kadere inanma” maddesi, İslamoğlunun Buhârî’den naklettiği 4404 numaralı hadîs-i şerîfte mevcut değilse de, Müslim’in 9 ve 11 numaralı hadis-i şeriflerinde bulunmaktadır.
Zâten kader konusu Kur'ân-ı Kerîm’de sarâhaten beyân edilmekteyken, bunun bir hadisde geçip diğerinde geçmemesi neyi değiştirir? Nitekim Allâh-u Te‘âlâ:
﴿ وَكَانَ أَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًا ﴾
“Allâh’ın emri muhakkak yerini bulan bir kader olmuştur” (Ahzâb Sûresi:38) buyurmaktadır. Diğer bir âyet-i kerîmede de:
﴿ إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ ﴾
“Şüphesiz ki, biz her şeyi bir kaderle yarattık.” (Kamer Sûresi:49) buyrulmuştur.
İbn-i Kesîr Tefsîrinde zikredildiğine göre bu âyet-i kerîmenin sebebi nüzûlü olarak Ahmed ibn-i Hanbel (Radıyallâhu Anh):
“Müşrikler kader konusunda Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile çekişmek için geldiklerinde bu âyet-i kerîme nâzil oldu.” demiştir. (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned:2/444)
Müslim, Tirmizî ve İbni Mâce de bu şekilde nakletmişlerdir. Bezzâr’dan nakle göre:
“Bu âyet-i kerîmeler kaderi inkâr edenler hakkında inmiştir.” (Müslim, Kader:4, no:2656, 4/2046; Bezzâr, no:1513, 2/110; İbni Kesîr, et-Tefsîr:13/305)
İbni Ebî Hâtim’in Zürâre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyetine göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
«نَزَلَتْ فِي أُنَاسٍ مِنْ أُمَّتِي يَكُونُونَ فِي آخِرِ الزَّمَانِ، يُكَذِّبُونَ بِقَدَرِ اللَّهِ.»
buyurmuştur.
“Bu âyetler, ümmetimin son döneminde zuhûr edip, Allâh’ın kaderini inkâr edecek olan birtakım insanlar hakkında indi.” (İbni Ebî Hâtim, no:18714, 10/3321; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, no:5316, 5/276; İbni Kesîr, et-Tefsîr:13/305)
Buhârî kader hakkında müstakil kitab (bölüm) açarak:
﴿ وَكَانَ أَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًا ﴾
“Allah’ın emri muhakkak yerini bulan bir kader oldu.” (Ahzâb Sûresi:38)âyeti kerîmesini zikretmiş ve o babta kaderle alâkalı yirmi altı hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. (Buhârî, Kader, no:6221-6246, 6/2433-2441)
26 Şubat 2013 Salı
Parça Bütünden Habercidir
“Batıl din ve ideolojileri neden derinlemesine incelemek gerekmiyor?” diye soranlara, yazarımız Mehmed Selahaddin Şimşek
şu cevabı vermişti:
-Bir yemeğin bozuk olduğunu anlamak için tamamını bitirmek icap etmez.
25 Şubat 2013 Pazartesi
Fetva Vermek
"Ben
İslam alimi değilim"le başlayan cümlelerin ardından "ama…" ile devam
eden hüküm cümleleri kuran yazarlara da bir çift sözüm var: Yaptığınız
iş düpedüz "fetva vermek" olduğu halde İslam alimi olmadığınızı sözün
başında vurgulayarak sergilediğiniz yaman çelişkinin farkında
olmayışınız –yaptığınız işin mahiyetini kavrayamamaktan kaynaklanan
cehaletiniz sebebiyle– tolere edilebilir belki. Ama Kur'an ve Sünnet
hakkında sergilediğiniz –oryantalistleri çağrıştıran ve katmerli bir
"yabancılaşma" içinde kıvrandığınızı gösteren– bu tutum, bir "Kur'an ve
Sünnet' tahrifi girişimi"dir.
Hem fetvaya ehil olmadığınız
halde fetva veriyorsunuz; hem de bunu kötü biçimde yapıyorsunuz. Sizler
Allah ve Resulü'nün hükmünü/muradını değil, modern değerleri esas kabul
etmekle önce hükmü veriyor, ardından bunun gerekçesini oluşturmak için
çırpınıyorsunuz. Ehl-i Kitap kendi kitaplarını tam da böyle tahrif
etmişti!...
Tamamı
Etiketler:
Bid'at Ehli,
Modernite,
Reddiyeler,
Tahrifat
21 Şubat 2013 Perşembe
Ene
Aksiyonu fikir, fikri araştırma, araştırmayı muhalefet/müdafaa heyecanı besler.
Her heyecan gibi bu ikisinin tabanında da bir “ben” hissi vardır.
Binaenaleyh keşfedilen her fikir, doğrudan muhtevasını, dolaylı yoldan sahibinin benliğini ifade eder ve tam da bunun için her fikir istiğfarı muciptir.
Namazın bitiminde nasıl istiğfar ediyorsak tefekkürün sonunda da öylece istiğfar etmeliyiz.
Allah'ım, keşfettiğimiz fikirler doğru bile olsa, yanısıra inkişaf eden enâniyetimiz için senden af diliyoruz.
Her heyecan gibi bu ikisinin tabanında da bir “ben” hissi vardır.
Binaenaleyh keşfedilen her fikir, doğrudan muhtevasını, dolaylı yoldan sahibinin benliğini ifade eder ve tam da bunun için her fikir istiğfarı muciptir.
Namazın bitiminde nasıl istiğfar ediyorsak tefekkürün sonunda da öylece istiğfar etmeliyiz.
Allah'ım, keşfettiğimiz fikirler doğru bile olsa, yanısıra inkişaf eden enâniyetimiz için senden af diliyoruz.
Talha Hakan Alp
20 Şubat 2013 Çarşamba
23 Ocak 2013 Çarşamba
Allah Teala Geleceği Bilmez mi?
Bir gecemi heba ettim Abdülaziz Bayındır’ın videolarını izleyeceğim diye. Hâsılası şu:
Abdülaziz Bayındır size diyor ki: Bu
ümmet, Allah’ın dinini tahrif etmek için yapılabilecek her şeyi yapmış:
Başta Kur’an olmak üzere eline geçirdiği her şeyi alt üst etmiş.
Sözlükleri bile tahrif etmiş bir ümmetle karşı karşıyayız. Hadisler,
Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf… “Din” denince aklınıza gelen her ne varsa
dejenere edilmiş, bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış. Allah size
Abdülaziz Bayındır’ı göndermeseymiş haliniz harapmış yani!
İşin şakası bir yana, tam bir “patolojik
vaka” ile karşı karşıyayız. Böyle bir zihin ve ruh durumundaki birinin
sadece başkalarına değil, kendine de zarar verebileceğini gözden ırak
tutmamalı.
Abdülaziz Bayındır, kullarının ne
yapacağından habersiz bir tanrıya inanıyor! Abdülaziz Bayındır yarın ne
yapacağını biliyor, ama tanrısı bilmiyor!
Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı,
yapacaklarını “takdir” etmekten aciz; o, “karar veren” bir tanrı.
Malumdur ki her “karar”ın öncesinde bir “kararsızlık” süreci vardır. O
mu olsun, bu mu olsun der, sonra seçeneklerden birine karar verirsiniz.
İşte Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı da tam böyle yapıyor!
....
Sözün kısası, ulemamızın
“şehvetu’z-zuhûr” dediği psikoloji, ahir zamanda pek çok kimsenin
benliğini esir almış durumda. Bir insan kendisini, ulemaya muhalefet
edecek yetkinlikte görebilir; onların verdiği hükümleri tartışma
mevkiinde olduğunu düşünebilir. Bu başka şeydir; ait olduğu tarihi,
medeniyeti, müktesebatı, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi tahrif
etmeye, kırıp dökmeye yeltenmek başka şeydir.
Bu ümmetin ilmî müktesebatı Abdülaziz
Bayındır gibilerinin ifrazatlarıyla yıkılacak olsaydı, müsteşriklerin
yüzlerce yıllık çabası arzu ettikleri neticeyi verirdi. O müktesebat
adına değil, ama Abdülaziz Bayındır’ın bu kör gidişle kafasını nereye
çarpacağı konusunda endişe edilse yeridir…
8 Ocak 2013 Salı
Osmanlı'da Evlat Kardeş Katli Var mı?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)