Türkiye’nin yaşadığı tam anlamıyla “baş döndürücü” değişim ve dönüşüm süreci, “İslamî kesim”in de paralel bir değişim ve dönüşüm geçirmesi anlamına geliyor. Sadece çevreden merkeze doğru bir akışı değil, aynı zamanda “din algısı”ndaki kırılmayı da ifade ediyor bu süreç.
İlahiyat fakültelerinin sayısı her geçen gün artıyor. Yanılmıyorsam 63′e ulaştı rakam. Yanı sıra İmam Hatip okullarına rağbet de, buna bağlı olarak İmam Hatip okullarının sayısı da artıyor. Halkın tercihini inanç ve değerleri lehine kullanmasında şaşılacak bir durum yok. Yaşananlar, yokuşa aksın diye zorlanan suyun mecrasını bulmasının ifadesi. Seküler çevrelerin “dindarlaşma artıyor” tesbitinin aslı bu.
Ne var ki yaşananlara biraz yakından baktığımızda bu sürecin bizi farklı bir istikamete doğru yönlendirmekte olduğunu görüyoruz. Artmakta olan dindarlığın içinde ne var? Milletimiz gerçek anlamda kökleri üzerinde yeri bir ihya süreci mi yaşıyor, yoksa yaşanan durumun adını “inşa” koymak daha mı isabetli?
Ben ikincisinden yanayım. Yaşanan durum “ihya” değil, “inşa” durumu. Zira “dindarlaşma” görüntüsünün üzerindeki tülü kaldırdığımızda ortaya çıkan, “kendi geçmişiyle hesaplaşma” psikolojisi. Durum böyle olunca, buradaki “inşa”nın gerçek bir inşa mı, yoksa “tahrip/tahrif” mi olduğu sorusu da anlamlı hale geliyor. İnşa diyeceksek bile bunun, yanlış bir temel üzerine yanlış bir yapı bina etmek olarak tesbit edilmesi gerekiyor.
Söz gelimi İmam Hatip lisesine dinini-diyanetini, Kur’an’ını Sünnetini öğrensin diye gönderilen çocuklarımız orada bu imkânı gerçekten buluyor mu diye baktığımızda gördüğümüz şu: İmam Hatip, 70′lerin, 80′lerin İmam Hatibi değil artık. Orada okuyan çocuklarımıza farklı bir dini algı pompalanıyor. Neredeyse artık bütün İlahiyat fakültelerinde gördüğümüz “yeni şeyler söylemek lazım” havası, kaçınılmaz olarak İmam Hatiplere de yansıyor.
Aşağıda okuyacağınız satırlar İmam Hatip lisesi 11. Sınıfta okutulan Hadis ders kitabından alıntı:
“Sevgi ve hoşgörü, Hz. Peygamberin sünnetinin özünü teşkil eder. Bu durumda kötü muamele, kabalık ve anlamsız şiddet içeren rivayetlerin ona ait olması mümkün değildir. Örneğin çocukların on yaşına geldikleri halde namaz kılmadıkları takdirde dövülmesini emreden hadis, sahih sünnete aykırıdır. (Burada, söz konusu hadisin Tirmizî’deki yerine atıf yapılıyor, E.S.) Çünkü ne Hz. Peygamberin ne de ashabının böyle bir uygulaması bilinmemektedir. Üstelik merhametiyle tanınmış bir peygamberin çocuklara şiddeti içeren böyle bir yöntemi önermiş olması düşünülemez…
Siz o genç beyinlere “şiddet” kavramının hayatımıza giriş serüvenini anlatmadan, toplumun ve bireyin maruz kaldığı modernleş-tiril-me süreçlerinin fotoğrafını vermeden bu meseleyi -bırakın çocukları- kendinize bile izah edemezsiniz. Benzer durumlar kadınla ilgili meselelerde de yaşanıyor.
Bunları alt alta koyup topladığımızda, Hadis külliyatında, Tefsir mirasında, Fıkıh müktesebatında “çürük elma” olarak görülüp çöpe atılacak yığınla “malzeme” çıkacaktır önümüze.Böyle bir “ideolojik yönlendirme”yle yetişen çocuklar, yeni nesiller kendilerinden sonra gelenlere ne anlatacaklar dersiniz?
“İmam Hatip okulları açalım”, “İlahiyat fakültelerinin sayısını artıralım” ile “dindar nesil yetiştirelim”in aynı anlama gelmediğini görmek için daha nelerin cereyan etmesi gerekiyor gözlerimizin önünde?
Dr. Ebubekir Sifil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder